Sitemizi kullanabilmeniz için tarayıcınızda javascriptlerin çalışmasına izin vermelisiniz.
Onceki
Kapat
Bekleyiniz, resim yukleniyor...
Sonraki
Sonraki
PetVet
Pzt - Ct  09:30 - 20:00
Pazar  10:00 - 18:00
Sızdıran bağırsak sendromu, bağırsakların geçirgenliğindeki artışı tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Sağlıklı bir evcil hayvanda bağırsak duvarları bir bariyer görevi görerek yabancı maddeleri (bakteri, gıda alerjenleri, toksinler vb.) vücut dolaşımından ve dokulardan uzak tutar. Yiyecek yenildiğinde yemek borusu, mide ve bağırsaklardan geçer (yol boyunca sindirimin çeşitli aşamalarından geçer), ancak yalnızca belirli maddeler bağırsaklar tarafından emilir ve kan dolaşımına girmesine izin verilir. Sızdıran bağırsağı olan bir evcil hayvanda bağırsakların bariyer işlevi tehlikeye girer. Bu nedenle normalde bağırsaklardan geçen maddeler bağırsak duvarlarını geçerek vücudun dolaşımına girebilir. Sızdıran bağırsak sendromuna ne sebep olur? Sızdıran bağırsak sendromu, bağırsaklarda meydana gelen herhangi bir önemli hasardan kaynaklanabilir. Bazı sızdıran bağırsak vakaları akut (kısa süreli) bağırsak hasarıyla ilişkilidir. Köpeklerde sızdıran bağırsak sendromunun akut nedenleri arasında şiddetli bağırsak enfeksiyonu, karın travması, belirli toksinlere maruz kalma ve aşırı dozda ilaç alımı yer alır. Bu gibi durumlardan herhangi biri bağırsak duvarlarındaki hücrelere zarar vererek bariyer fonksiyonlarını bozabilir. Bununla birlikte, birçok sızdıran bağırsak vakası, kademeli veya uzun vadeli bağırsak hasarıyla ilişkilidir. Bu devam eden hasar genellikle bağırsaklardaki bakteriyel dengesizliğe atfedilir. Bu bakteriyel dengesizliğin ve sonuçta ortaya çıkan geçirgen bağırsakların olası nedenleri arasında gıda alerjileri, kronik yetersiz beslenme ve steroid olmayan antiinflamatuar ilaçların uzun süreli kullanımı yer alır. Bu tarz durumlara kısa süreli maruz kalma durumunda sızdıran bağırsak sorununa neden olması beklenmezse de, kronik olarak maruz kalma bağırsak bakteri popülasyonunda değişikliklere yol açabilir ve bu da bağırsak hücrelerinde kronik inflamatuar değişikliklerle sonuçlanabilir. Sızdıran bağırsak sendromunun klinik belirtileri nelerdir? Sızdıran bağırsak sendromlu evcil hayvanların çoğunda kilo kaybı, kusma, şişkinlik ve yumuşak dışkı gibi gastrointestinal belirtiler görülür. Ancak bu durumda asıl endişe kaynağı sadece bu gastrointestinal belirtiler değildir. Bunun yerine, sızdıran bağırsak sendromunun kendisi endişe vericidir çünkü evcil hayvanın doğrudan gastrointestinal sistemle ilgili olmayan bir dizi hastalığa yakalanma riskini arttırdığı bilinmektedir. İnsanlarda sızdıran bağırsak sendromu; inflamatuar bağırsak hastalığı, inflamatuar artrit, inflamatuar cilt hastalığı, kronik hepatit, kronik pankreatit ve kronik yorgunluk sendromu ile ilişkilidir. İnsanlarda sızdıran bağırsak sendromunun inflamasyona katkıda bulunduğu teorik olarak öne sürülmektedir. Sızıntılı bağırsak sendromunun evcil hayvanlarda inflamatuar hastalıklara da yol açabileceğine dair endişeler vardır; bu, sızdıran bağırsak sendromunun klinik belirtilerinin çok çeşitli inflamatuar durumları içerebileceği anlamına gelir. Sızıntılı bağırsak sendromu nasıl teşhis edilir? Sızıntılı bağırsak medikal olarak tanı konulması kolay olmayan bir durumdur. Aynı belirtilere yol açan bir dizi farklı bağırsak hastalığı ekarte edilmeli veya teşhis edilmelidir. Bu nedenle veteriner hekimler altta yatan hastalığın teşhisine yönelik testler uygulayacaktır. Veteriner hekiminiz öncelikle kapsamlı bir fizik muayene ve ayrıntılı bir tıbbi öykü alarak araştırmaya başlayacaktır. Bağırsak parazitlerini aramak için dışkı örneği toplanacak ve mikroskop altında incelenecektir. Tam kan hücresi sayımı ve serum biyokimya profili için kan alınacaktır. Evcil hayvanınızın belirtilerine bağlı olarak ek testler önerilebilir. Bu testler evcil hayvanınızın abdomen (karın bölgesi) radyografilerini (röntgenlerini) ve/veya ultrasonunu ve/veya bağırsak biyopsilerini içerebilir. Bu testler evcil hayvanınızın gastrointestinal belirtilerinin altında yatan nedenin hekiminiz tarafından anlaşılmasına yardımcı olabilir. Sızdıran bağırsak sendromu nasıl tedavi edilir? Sızıntılı bağırsak sendromunun tedavisi, bağırsakların bariyer fonksiyonunu eski haline getirmek için bağırsak iltihabının azaltılmasına odaklanır. Çoğu durumda, altta yatan nedenin tanısı gerekli tedaviyi belirler. Ancak kesin tanının konulamadığı durumlarda önerilebilecek bazı tedaviler vardır. "Sızdıran bağırsak sendromunun tedavisi, bağırsakların bariyer fonksiyonunu eski haline getirmek için bağırsak iltihabının azaltılmasına odaklanıyor." İlk olarak, köpeğinizin diyetinden tüm alerjenler veya potansiyel toksinler çıkarılmalıdır. Geçmişte Veteriner hekiminizin yönlendirdiği bir gıda denemesi kullanılarak gıda alerjisi kesin olarak dışlanmadığı sürece, evcil hayvanınızın hipoalerjenik bir diyete geçirilmesi gerekir. Steroid olmayan antiinflamatuar ilaçlar gibi bağırsak iltihabına neden olma potansiyeli olan ilaçlar mümkünse kesilmelidir. Evcil hayvanınızın artrit veya başka bir durumdan dolayı ağrısı varsa, evcil hayvanınızın rahatsızlığını gidermek için diğer seçenekler üzerinde durulabilir. Köpeğinizin normal bağırsak bakteri florasını eski haline getirmek için probiyotikler önerilebilir. Veteriner hekiminiz evcil hayvanınız için en iyi probiyotiği belirlemenize yardımcı olacaktır. Son olarak bağırsak hasarını tedavi etmek için ek ilaçlar verilebilir. Bağırsak sağlığını geliştirmek ve normal bağırsak fonksiyonunun yeniden sağlanmasına yardımcı olmak için antioksidanlar, yağ asidi takviyeleri, lif takviyeleri ve diğer ilaçlar kullanılabilir.
Kedilerde gastro intestinal hastalıklar (mide-bağırsak hastalıkları) Gastroenterit, gastrointestinal sistemin (mide ve bağırsaklar) iltihaplanmasıdır. Bakteriler, virüsler, parazitler, ilaçlar ve hatta yeni yiyeceklerden kaynaklanan enfeksiyondan kaynaklanabilir. Bu durum sıklıkla karın ağrısı, ishal, kusma ve diğer klinik belirtilere neden olur. Gastroenteritin klinik belirtileri nelerdir? Gastroenteritli kedilerin çoğunda aralıklı kusma ve ishal atakları olur. Kusmuk, özellikle mideyi boşalttıktan sonra köpüklü, sarımsı safra içerebilir. Birçok sahip, kedileri yemek yedikten veya içtikten sonra kusma girişimi veya öğürme gözlemlemektedir. Büyük miktarlarda ishal genellikle günde birkaç kez üretilir. İshal yumuşak püre kıvamında olabilir. Gastroenteritli kedilerin çoğunda aralıklı kusma ve ishal atakları olur. Pek çok kedi, karnının etrafından tutulduğunda hassasiyet gösterir veya midesini ve kalçasını ellemeye direnir. Gastroenteritten etkilenen kedilerin çoğu daha az aktif (uyuşuk) görünür, iştahı azalır ve saklanabilir. Düşük dereceli ateş de yaygındır. Kusma ve ishal 24 saatten fazla sürerse dehidrasyon hızla meydana gelebilir. Gastroenterit nasıl teşhis edilir? Gastroenterit, bir dışlama tanısıdır; bu, veteriner hekiminizin diğer olası nedenleri ortadan kaldırması veya ekarte etmesi gerektiği anlamına gelir. Dikkatli bir şekilde durumun sorgulanması, kusma, ishal ve uyuşukluğun nedenini bulmaya yönelik ilk adımdır. Kedinizin tıbbi geçmişindeki bazı kritik bilgiler şunları içerir: Kedinizin son 48 saat içinde yediği veya içtiği her şey Yeni yiyecekler, ikramlar veya ödüller Pestisitlere, ilaçlara, temizlik maddelerine veya benzer malzemelere yakın zamanda maruz kalma Yeni bir hayvanla veya kişiyle yakın zamanda beraber olma Önceki kusma ve ishal atakları (nedenleri ve tedavisi dahil) Son bir ay içinde herhangi bir hastalık göstergesi Kedinizin sahip olabileceği kronik hastalıklar Geçtiğimiz ay içinde verilen herhangi bir ilaç, vitamin veya takviye Veteriner hekiminiz tıbbi öyküyü aldıktan sonra kapsamlı bir fizik muayene yapacaktır. Veterineriniz dehidrasyon, karın ağrısı, hassasiyet, şişkinlik veya gaz, şişlikler ve diğer fiziksel anormalliklerin kanıtlarını arayacaktır. Kedinizin ateşi ve diğer hayati belirtileri (kalp ve solunum hızı) da kontrol edilecektir. Bu aşamada veterineriniz aşağıdakileri içeren teşhis testlerini önerebilir: Tam kan hücresi sayımı (CBC); dehidrasyon, anemi ve enfeksiyonun varlığını gösterir Serum kimyaları ve elektrolitleri; kusma ve ishalin neden olduğu organ sistemi anormalliklerini ve elektrolit dengesizliklerini tespit eder Dışkı testi; bağırsak parazitlerini tespit eder (örn. yuvarlak kurt, kancalı kurt, giardia) İdrar tahlili ; idrar yolu enfeksiyonlarını, böbrek hastalığını, dehidrasyonu ve diyabeti tespit eder Karın radyografileri (X-ışınları); mide veya bağırsak tıkanıklığını ve diğer anormallikleri gösterebilir. Karın ultrasonu; bağırsak tıkanıklıklarını, bazı kanserleri veya diğer anormallikleri arar Kedinizin semptomlarının şiddeti ve süresi, tıbbi geçmişi ve fizik muayenesi, veterinerinizin hangi testleri yapmayı seçeceğini belirleyecektir. Gastroenteritin bazı nedenleri nelerdir? Kedilerde kusma ve ishalin birçok nedeni vardır. Veteriner hekiminizin teşhis çalışması sırasında ekarte etmeye çalışacağı daha yaygın durumlardan bazıları şunlardır: Enfeksiyonlar (bakteriyel, viral, mantar veya paraziter) Yabancı cisimler (özellikle ip veya iplik) veya diğer nesneler İnvaginasyon (bağırsağın kendi içine doğru iç içe geçerek bağırsak tıkanıklığına neden olması) Tümörler/kanserler Zehirlenmeler/toksinler (örn. bitkiler, temizlik maddeleri) Endokrin hastalıkları (örneğin diyabet, hipertiroidizm) Pankreas, karaciğer veya böbrek hastalığı Bu, kedilerde kusma ve ishale neden olabilecek daha ciddi durumların yalnızca kısmi bir listesidir. Veteriner hekiminiz, kedinizin özel durumuna veya geçmişine bağlı olarak diğer olasılıkları tartışabilir. Gastroenterit nasıl tedavi edilir? Teşhis testlerinin sonuçları öğrenildikten ve klinik belirtilerin diğer nedenleri ortadan kaldırıldıktan sonra veteriner hekiminiz bir tedavi planı yazacaktır. Gastroenteritin temel tedavisi rehidrasyon ve kan elektrolit dengesinin (sodyum, potasyum ve klorür) yeniden sağlanmasından oluşur. Kedinizin dehidrasyon derecesine bağlı olarak bu sıvı takviyesi ağızdan, deri altından (deri altı) veya damar içi (IV) tedavi yoluyla verilebilir. "Gastroenteritin temel tedavisi rehidrasyon ve kan elektrolit dengesinin yeniden sağlanmasından oluşur..." Tıbbi tedavi ayrıca şunları içerebilir: Klinik belirtiler şiddetliyse veya tanı testleri bakteriyel bir enfeksiyonu gösteriyorsa antibiyotikler uygulanabilir. Kedinize kusma önleyici ilaçlar verilebilir. Mide ülserlerini önlemek için gastrointestinal koruyucular kullanılabilir. Tedavinin ilk aşamalarında yiyecekler 8-12 saat süreyle durdurulabilir ve daha sonra sindirilebilirliği yüksek, düşük besin içeren küçük, sık beslenmelerle yavaş yavaş yeniden verilebilir.
Gıda alerjisi nedir? Gıda alerjisi, bağışıklık sisteminin gıdada bulunan belirli bir proteine ​​karşı geliştirdiği olumsuz reaksiyonu (alerjik reaksiyon) ifade eder. Kedilerde besin alerjilerinin oluşma mekanizmasının anlaşılması mümkün olsa da neden ortaya çıktığı bilinmemektedir. Neden bazı kedilerin gıda alerjisi geliştirdiği, bazılarının ise geliştirmediği henüz tam olarak belirlenmemiştir. Hangi gıdalar gıda alerjileriyle ilişkilidir? Kedilerde tipik olarak gıda alerjileriyle ilişkili gıdalar arasında sığır eti, balık, süt ürünleri ve tavuk bulunur. Bir kedinin alerji geliştirmeden önce bir gıda maddesine maruz kalmış olması gerekir. Bir kedinin uzun süre tükettiği bir madde, kedinin hayatının bir noktasında yine de alerjiye neden olabilir. Bir hayvan daha önce hiç maruz kalmadığı bir besine karşı alerji geliştiremez. Kedilerde besin alerjisinin risk faktörleri nelerdir? Besin alerjilerinde genetik yatkınlık önemli rol oynar. Gıda alerjileri sıklıkla atopi (solunum veya çevresel alerjiler) ile de ilişkilidir; birçok kedi hem gıda içeriklerine hem de çevresel alerjenlere tepki verir. Bir kedide üç aylıktan sonra herhangi bir zamanda gıda alerjileri gelişebilir. Erkek ve dişi kedilerin gıda alerjisi geliştirme olasılığı eşit derecede yüksektir. Kedilerde besin alerjisinin klinik belirtileri nelerdir? Alerjisi olan kedilerde sıklıkla kronik, yıl boyu kaşıntı ve cilt iltihabı görülür. Bu kaşıntı tipik olarak yüzü, kulakları, karnı, kasıkları, koltuk altlarını, bacakları ve patileri etkiler. Bu kediler o kadar kaşınırlar ki sıklıkla kendilerini fazla yalayarak, kaşıyarak veya kendilerini dişleyerek ciltlerinde ciddi travmalara (yaralar, sıyrıklar) ve tüy dökülmelerine neden olurlar. Etkilenen kedilerde hem ciltte hem de kulaklarda tekrarlayan enfeksiyonlar gelişebilir. Bazı kedilerde bu enfeksiyonlar gıda alerjisinin tek klinik belirtisi olabilir. Bazı durumlarda, gıda alerjisi olan kedilerde cilt semptomlarının yanı sıra kusma veya ishal gibi gastrointestinal belirtiler de gelişir. Bu kedilerde rektum çevresinde kaşıntı gelişebilir ve buna bağlı kabuklanmalar görülebilir. Besin alerjisi olan kedilerde ayrıca sık sık bağırsak hareketlerinde düzensizlikler olabilir veya dışkılama sırasında zorlanma görülebilir. Veteriner hekimler kedilerdeki gıda alerjisini nasıl teşhis ederler? Kedilerde gıda alerjilerinin teşhisinde en güvenilir test eliminasyon diyeti denemesidir. Bu test, kedinizin daha önce maruz kaldığı proteinleri içermeyen bir diyetle beslenmeyi içerir. Bu deneme en az sekiz ile 12 hafta sürecektir. Bir deneme diyeti aşağıdaki şekillerde olabilir: Protein moleküllerinin kedinizin bağışıklık sistemi tarafından tanınamayacak kadar küçük bir boyuta kadar parçalandığı veteriner hidrolize protein diyetleri Kedinizin önceki mamalarında mevcut olan herhangi bir ürünü içermeyen yeni veteriner protein diyeti Kedinizin önceki diyetlerinde bulunan hiçbir içeriği içermeyen, evde hazırlanmış yeni protein diyeti (bir veteriner beslenme uzmanı tarafından formüle edilmelidir) Veterineriniz, kedinizin ihtiyaçlarına özel en iyi seçeneği belirleyecektir. Kediniz eliminasyon diyeti denemesindeyken yalnızca veteriner hekiminizin önerdiği mamayı yemelidir. Deneme sırasında başka hiçbir ikramın, takviyenin veya yenilebilir ürünün verilmemesi çok önemlidir. Aile yemeklerinden sonra masadaki tabakları temizleme konusunda dikkatli olunmalıdır çünkü temiz bir tabağı yalamak bile yemek denemesinin sonuçlarını etkileyebilir. Kediniz deneme süresince yalnızca reçetede belirtilen mamayı, suyu ve reçeteli aromasız ilaçları tüketebilir. Eğer kedinizin alerji belirtileri mama denemesi sırasında düzelirse, bir sonraki adım mama denemesi yapmaktır. Bu, kedinizin eski mamasını yeniden tanıtmak anlamına gelir. Kedinizin semptomları yiyecek denemesiyle düzelir ve yiyecek mücadelesinden sonraki bir hafta içinde tekrar ortaya çıkarsa, kedinize kesin olarak gıda alerjisi teşhisi konmuştur. Gıda alerjileriyle ilişkili kronik kaşıntıya dış parazitler, bakteriyel enfeksiyon, mantar enfeksiyonu veya diğer alerjiler gibi başka durumlar da neden olabileceğinden, kedinizin derisindeki durumunun nedenlerini belirlemek için genellikle ek testler önerilir. Kedilerde besin alerjileri nasıl tedavi edilir? Besin alerjileri de diğer alerjiler gibi tedavi edilemez. Bunun yerine, alevlenmeleri tetikleyen bileşenlerden kaçınılarak yönetilirler. Kedinize gıda alerjisi teşhisi konduktan sonra, uzun süreli bakım için mama denemesi sırasında kullandığınız mamaya devam etmeyi seçebilirsiniz. Alternatif olarak, semptomlarınızı benzer şekilde hafifletecek farklı bir yiyecek bulmak için veterinerinizle birlikte çalışabilirsiniz. Her kedinin gıda alerjilerinin şiddeti farklılık gösterir. Bazı kediler, rahatsız edici bir alerjenin eser düzeylerine bile dramatik bir şekilde tepki verebilir ve dikkatli bir şekilde kontrol edilen hipoalerjenik gıdalara ihtiyaç duyabilir, diğer kediler ise daha yüksek bir toleransa sahip olabilir ve spesifik, yeni bir protein diyetinde başarılı olabilir.
Atopik dermatit nedir? Atopik dermatit (atopi), kedilerde cilt problemlerinin yaygın bir nedenidir. Alerjisi olan bir kedi, alerjik olduğu çevresel bir proteinle karşılaştığında cilt sorunlarına yol açacak bir reaksiyon başlatır. Teşhisteki zorluklar nedeniyle atopi görülme sıklığını tanımlamak zor olsa da, veteriner hekimler tarafından tedavi edilen kedilerin yaklaşık %10-15'ine atopi tanısı konur. Atopiye ne sebep olur? Atopili kediler genellikle insanları etkileyen aynı alerjenlere karşı alerjiktir: ağaç polenleri, çim polenleri, yabani otlar, küfler ve toz akarları. Bu alerjenler insanlarda göz sulanmasına ve burun akıntısına neden olurken, kediler bu alerjenlere farklı tepki verir ve sıklıkla cilt iltihabı geliştirir. Atopiye yatkın olan belirli köpek ırkları olmasına rağmen kedilerde bilinen herhangi bir cins yatkınlığı yoktur. Atopi her yaşta gelişebilir; altı aylıktan küçük ve 14 yaşına kadar olan tüm kedilerde atopi vakalarının varlığı rapor edilmiştir. Atopinin belirtileri nelerdir? Etkilenen kedilerde sıklıkla mevsimsel veya mevsimsel olmayan kronik veya tekrarlayan kaşıntı öyküsü bulunur. Atopili kedilerde ayrıca tekrarlayan cilt ve/veya kulak enfeksiyonu geçmişi de vardır. Çoğu durumda, etkilenen kediler o kadar kaşınırlar ki derilerinde ciddi travmalar yaratırlar. Etkilenen kedilerde ciddi çizikler veya sıyrıklar, yalanmış veya kümeler halinde yolunmuş geniş tüysüz alanlar ve kronik yalama ve iltihaplanma nedeniyle deride renk değişiklikleri kabuklanmalar olabilir. Atopi nasıl teşhis edilir? Öncelikle kedinizin kapsamlı bir fiziksel muayenesi yapılmalıdır. Veteriner hekiminiz ayrıca, durumu daha iyi sınıflandırabilmek için çeşitli sorular sorarak sorunun ne zaman ve nasıl başladığını tedavi için neler yapıldığını ne gibi uygulamalara yanıt verdiği gibi bazı bilgiler alacaktır. Fizik muayene ve öyküden sonra veteriner hekiminiz, kedinizin deri hastalığının nedeni olarak atopiden şüphelenmeye başlayabilir. Ancak ne yazık ki atopinin kesin bir testi yoktur. Bu bir dışlama tanısıdır, yani hekimler tanıya varmak için diğer benzer deri hastalıklarını ekarte etmek durumundadırlar. Atopi belirtileri diğer birçok cilt hastalığıyla aynıdır. Hekiminiz muhtemelen cilt parazitlerini (örneğin pireler, akarlar, bitler), bakteriyel cilt enfeksiyonlarını ve mantar gibi sekonder durumları dışlamak için testler yapacaktır. Ayrıca otoimmün deri hastalıklarını ve diğer olasılıkları dışlamak için biyopsiler yapılabilir. Yine kedinizin cilt sorunlarının kaynağı olarak gıda alerjisini dışlamak için bir gıda denemesi önerilebilir. ​ "Atopi tanısına varmak için diğer benzer sonuç gösteren durumları dışlamak şarttır." Veteriner hekiminiz muhtemelen kedinizin genel sağlığını değerlendirmek için testler de yapacaktır. Bu testler, altta yatan tıbbi durumların dışlanmasına ve kedinizin ilaçlarla güvenli bir şekilde tedavi edilip edilemeyeceğinin belirlenmesine yardımcı olacaktır. Laboratuvar testleri tam kan hücresi sayımı (CBC), serum biyokimyasal profili ve idrar tahlilini içerecektir. Ancak atopik dermatitin tedavisine rehberlik edebilecek bazı testler vardır: İntradermal alerji test; Bu test, kedinizin cildine çok küçük miktarlarda birçok farklı alerjenin enjekte edilmesini ve kedinizin bu maddelere karşı bağışıklık tepkisinin izlenmesini içerir. Bu test, kedinizin hangi alerjenlere en güçlü şekilde tepki verdiğini belirlemenize yardımcı olabilir ve tedaviyi yönlendirmeye yardımcı olabilir. Serolojik alerji testi; İntradermal test gibi serolojik alerji testi de kedinizin alerjisini hangi alerjenlerin tetiklediğini belirlemeyi amaçlar. Bu test kedinizin kanı üzerinde yapılır. Serolojik testlerin genellikle intradermal testlerden daha az güvenilir olduğu kabul edilir ancak bazı durumlarda geçerli bir seçenek haline gelebilir. Atopi nasıl tedavi edilir? Kedilerde atopinin tedavisi için tek ve en iyi bir yöntem yoktur. Alerjiler tedavi edilmez, ancak kontrol altına alınır ve bu nedenle en uygun kontrol yöntemi, bireysel olarak hastaya göre değişebilecektir. Atopiye bağlı kronik deri iltihabı olan kediler için çeşitli yönetim seçenekleri mevcuttur. Bazı kediler, günlük düşük dozda bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlarla tedavi edilebilir, ancak bu ilaçların yan etkileri olabilir. Omega 3 ve 6 yağ asitleri de bazı kedilerde faydalı olabilir. Antihistaminikler de bazen denenir, ancak halihazırda kaşıntıdan şikayetçi olan kediler için nispeten etkisiz görünmektedirler. Atopik kediler ayrıca alerjene spesifik immünoterapiden veya alerji aşılarından da yararlanabilirler; bu tedavide kedilere, alerji toleranslarını geliştirmek için alerjenler çok küçük miktarlarda periyodik enjeksiyonlarla veya ağız yoluyla verilerek (intradermal veya serolojik alerji testi ile belirlendiği üzere) etkene karşı duyarsızlaştırmaya çalışılır. Ancak bu yöntemle tedavinin hiçbir tedavi seçeneğin kalmadığı hayvanlarda uygulanması önerilmekte olup alınan yanıtlar çok belirgin değildir. Bu süreç hastaların şikayetlerini kontrol etmek zaman alır ve rahatlamalar genellikle üç ila on iki ay (veya daha fazla) kadar olan süreçlere kadar tam olarak görülmez. "Alerjene bağlı olarak maruziyeti azaltmak için alınabilecek çevresel önlemler de olabilir." Alerjene bağlı olarak maruziyeti azaltmak için alınabilecek çevresel önlemler de olabilir. Örneğin, toz akarlarına alerjisi olan bir kedi, ev temizlik uygulamalarının değiştirilmesinden fayda görebilir. Yiyecek depolama akarlarına alerjisi olan kediler, kuru bir diyetten, bu akarları içermeyecek, konserve tahılsız, hipoalerjenik bir diyete değiştirilmelidir. Çoğu kedide deri sorunları yalnızca periyodik olarak alevlenir. Bu genellikle az sayıda alerjene alerjisi olan kedilerde görülür ve kısa bir 'alerji mevsimi' ile sonuçlanır. Bu durumlarda, kısa süreli oral yolla veya enjeksiyonla steroid tedavisi, deri problemlerini tamamen çözebilir ve bir sonraki alerji alevlenmesine kadar ki sürede kedinizi rahatlatabilir. Ancak bu gibi ilaçların kontrolsüz, yüksek dozlarda veya depo (3 aylık) etkili olarak yapılması özellikle tekrarlanan enjeksiyonların yaşam boyu sık sık yapılması kalp yetmezliği ve diyabet gelişimi gibi yan etkiler yapabileceğini unutmamak gerekir. Kedinizde alerjiden kaynaklanan ikincil bir cilt veya kulak enfeksiyonu varsa bunun da tedavi edilmesi gerekecektir. Deri enfeksiyonları sıklıkla oral veya enjekte edilebilir antibiyotiklerle tedavi edilir. Kulak enfeksiyonları muhtemelen kulaklara uygulanan damlalarla tedavi edilecektir. Atopinin prognozu nedir? Ne yazık ki atopi belirtileri yaşla birlikte kötüleşme eğilimindedir. Kedinize atopi teşhisi konduktan sonra, kedinizin atopisini ve bunun sonucunda ortaya çıkan ikincil enfeksiyonları yönetmek için ömür boyu tedaviye ihtiyaç duyacağını bilmek önemlidir. Unutmamak gerekir ki atopi için çeşitli tıbbi tedaviler vardır ve sürekli olarak yeni ilaçlar geliştirilmektedir. Bu nedenle atopik kedilerin sürekli bakımla iyi bir yaşam kalitesine sahip olmaları genellikle mümkündür.
Pire Alerjisi Dermatiti Nedir? Kedileri etkileyen en yaygın tıbbi durumlardan biri alerjidir. Kedinin bağışıklık sistemi alerjen adı verilen yabancı maddelere aşırı tepki verdiğinde veya aşırı duyarlı olduğunda alerji meydana gelir. Alerjenler vücudun bağışıklık sisteminin ortadan kaldırmaya çalıştığı yabancı proteinlerdir. Kedi sahiplerine bilgi vermek amacı taşıyan bu makalede alerji nedir sorusuna basit bir yaklaşımla örnek vermek istersek; insanlarda da yaygın olan alerjenlerden örnek vererek konuyu daha anlaşılır bir şekilde düşünebiliriz: polenler, toz, küfler ve evcil hayvan tüyleri bu alerjenlere örnektirler. Kedilerde aşırı duyarlılık (hipersensitivite) üç yoldan biriyle ortaya çıkabilir: En sık görülen belirti, ya tek bir bölgede lokalize olan ya da kedinin vücudunun her yerinde genelleştirilmiş bir reaksiyon olan deride kaşıntıdır. Başka bir belirti solunum sistemini içerir ve öksürme, hapşırma ve hırıltıya neden olabilir. Bazen bununla ilişkili bir burun veya göz (göz) akıntısı olabilir. Üçüncü belirti sindirim sistemini içerir ve kusma, şişkinlik ve ishale neden olabilir. Bu durumlar çeşitli alerji türlerinin olduğu anlamına mı geliyor? Evet. Kedilerde dört yaygın alerji türü vardır: insekt/böcek (pire), yiyecek, atopi (ev tozu, polen ve küf) ve temas (kontak) alerjileri... Her birinin kedilerde bazı ortak fiziksel belirtileri vardır ve bazılarının kendine özgü özellikleri vardır. Pire alerjisi nedir? Yaygın inanışın aksine, ortalama bir kedi pire ısırıklarına tepki olarak yalnızca küçük bir cilt tahrişi yaşar. Düzinelerce pirenin varlığında bile genellikle minimum düzeyde kaşıntı olacaktır. Öte yandan pire alerjisi olan bir kedi, tek bir pire ısırığına bile şiddetli reaksiyon gösterecektir. Bu reaksiyon pire tükürüğündeki proteinlere veya antijenlere karşı alerjik bir tepkidir. Bir pire, kan emmek için bir kediyi ısırdığında, tükürüğünün bir kısmı deriye enjekte edilir. Alerjik bir kedide tek bir ısırık, günlerce sürebilen yoğun kaşıntıya neden olabilir. Pire alerjisi dermatiti (FAD) olan kedilerin pire istilasına uğraması gerekmez; Tek bir pire sorun yaratmaya yeter. Pire ısırıklarına verilen tepki kediye ne yapar? FAD'li bir kedi yoğun kaşıntı yaşar ve etkilenen bölgeyi/bölgeleri durmadan çiğner, yalar veya çizer. Bu, tüy dökülmesine neden olur ve ciltte açık yaralara veya kabuklanmalara neden olarak ikincil bir bakteriyel enfeksiyonun gelişmesine neden olabilir. FAD'de en yaygın olarak yer alan alan, kuyruğun hemen önünde, kalça bölgesi üzerindedir. Pire alerjisi olan birçok kedi bacaklarındaki tüyleri çiğner veya yalar. Kuyruk tabanı, boyun ve baş çevresinde kaşıntı ve tüy dökülmesi, pire alerjisi dermatiti açısından şüpheli olarak değerlendirilmelidir. Ek olarak, etkilenen bir kedinin baş ve boyun çevresinde çok sayıda küçük kabuklanma olabilir. Bu kabuklara genellikle milier dermatit adı verilir; bu kabuklar yuvarlak ve ovalimsi yapıda tüylerin arasında sanki ufak mısır tanesi gibi kabartılar şeklinde fark edilebilir. Pire alerjisi dermatiti nasıl teşhis edilir? Klinik belirtiler genellikle kedinizin FAD hastası olabileceğinin ilk işaretini verir. Ancak Kediler o kadar titizlerdir ki kendilerini yalayarak temizlerler ayrıca oluşan alerjik kasıntı da yalamayı arttırdığı için özellikle soruna yalnızca bir veya iki pire neden oluyorsa, kedinizin tüylerinde pire veya pire pisliğine dair herhangi bir kanıt bulmak çoğu zaman imkansızdır. İntradermal alerji testleri (insanlarda yapılanlara benzer cilt testleri) veya özel kan testleri (IgE testleri) kedinizdeki pire alerjisini doğrulayabilir. Pire alerjisi dermatitinin tedavisi nedir? Pire tükürüğü reaksiyona neden olduğundan pire alerjisinin en önemli tedavisi pire ısırıklarını önlemektir. Çoğu pire istilası sıcak havalarda meydana gelir ancak yıl boyunca da bu durum meydana gelebilir. Sıkı pire kontrolü başarılı tedavinin temelidir. Hem kediyi tedavi etmek hem de çevredeki pireleri kontrol etmek için oldukça etkili birçok pire kontrol ürünü vardır. Veteriner hekiminizin tavsiye edeceği aylık veya daha uzun etkili pire önleyiciler, pirelerin kedinizi etkilemesini önlemeyi her zamankinden daha kolay ve daha etkin hale getirecektir. Kediniz için en iyi korunma yöntemi hakkında veterinerinizle konuşmalısınız. Alerji aşılarına ne dersiniz? Bazı kediler, bir dizi özel enjeksiyon yoluyla alerjenlerin olumsuz etkilerine karşı duyarsızlaştırılabilir. Bununla birlikte, başarı oranı oldukça değişken olduğundan, pire alerjisi duyarsızlaştırma kedilerde FAD için kullanılma eğiliminde değildir. Peki ya steroidler ya da diğer ilaçlar? Kortikosteroidler, alerjik reaksiyonu bloke etmek ve FAD'ın yoğun kaşıntısından mustarip bir kediye anında rahatlama sağlamak için kullanılabilir. Bu, özellikle ilk aşamalarda, durumun tedavisi için sıklıkla gereklidir. Kedilerin steroidlerin olumsuz yan etkilerine karşı insanlara ve köpeklere göre daha dirençli olduğu doğru olsa da, steroidlerin doğru kullanılmaması halinde ciddi yan etkileri ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenle bu tarz sorunlar ve tedavi yöntemleri hakkında doğru ve kediniz için en iyi yöntemi uygulamak için lütfen veteriner hekiminize danışınız. Her şey de olduğu gibi hastalıkları ortaya çıkmadan önce korumak ana hedef olmalıdır. Lütfen düzenli olarak veteriner hekiminizin kontrolu altında kedinizin pirelerden uzak konforlu bir şekilde yaşamasını sağlayalım.
Hipertrofik kardiyomiyopati, kedilerde en sık teşhis edilen kalp hastalığıdır. Feline Hipertrofik Kardiyomiyopati (HCM), bir kedinin kalbinin kas duvarlarının kalınlaşmasına, kalbin veriminin düşmesine ve bazen vücudun diğer bölgelerinde semptomlara neden olan bir durumdur. HCM'nin nedeni tam olarak belirlenememekle birlikte, bazı ırklarda (Maine Coon, Ragdoll, British, Sfenks, Chartreux ve İran kedileri dahil) daha yaygın olması ve bazı kedilerde birkaç kardiyak (kalp) geninde mutasyonlar olması ve bu geni taşıyan kedilerde kedilerde hastalığın tespit edilmesinden dolayı genetiğin rol oynadığını düşündürmektedir. Hastalığın etkileri ve prognozu (öngörülen sonuç) kedilerde önemli ölçüde değişebilirken, doğru teşhis ve tedavi, HCM'li bir kedinin belirli semptomları gösterme şansını azaltabilir ve yaşam kalitesini iyileştirebilir. HCM'li bir kedide, kalbin sol ventrikülü (birincil "pompa kası") kalınlaşarak kalp odasının hacminde bir azalmaya ve kalp kasında anormal gevşemeye yol açar. Bu değişiklikler kalbin hızla atmasına neden olarak oksijen kullanımının artmasına ve muhtemelen kalp kasının oksijen açlığına neden olabilir. Bu oksijen açlığı, kalp hücrelerinin ölmesine, kalp fonksiyonunun kötüleşmesine ve aritmilerin (kalbin çok hızlı, çok yavaş veya düzensiz bir ritimle attığı) gelişmesine yol açabilir. Bu zorluklara ek olarak, daha az verimli kan pompalama, kanın kalbin diğer odacıklarına ve akciğerlere yedeklenmesine de yol açabilir, bu da konjestif kalp yetmezliğinin gelişmesine veya kalpte kan pıhtılaşmasına neden olabilir. Klinik Belirtiler HCM'li birçok kedi hasta gibi görünmez. Ancak bazı kediler, zor veya hızlı nefes alma, ağzı açık nefes alma ve uyuşukluk dahil olmak üzere konjestif kalp yetmezliği belirtileri gösterebilir. Bu semptomlar, akciğerlerin içinde veya çevresinde sıvı biriktiğinde ortaya çıkar. HCM'nin ciddi ve potansiyel olarak yaşamı tehdit eden bir sonucu, kalpte kan pıhtılarının oluşmasıdır. Bu pıhtılar, kan dolaşımında ilerleyebilir vücudun diğer bölgelerindeki akışa engel olurlar (tromboembolizm). Pıhtının etkisi, konumuna bağlıdır, ancak HCM'li kedilerde pıhtılar en yaygın olarak arka uzuvlara giden kan akışının bloke edilmesiyle sonuçlanarak akut şiddetli arka bacak ağrısına veya aşırı durumlarda arka bacak felcine neden olur. HCM'yi teşhis etmek ve durumu uygun şekilde tedavi etmek, klinik belirtilerin ciddiyetini azaltmaya yardımcı olabilir ve tromboembolizm olasılığını azaltabilir. Nispeten nadir olmasına rağmen, HCM'li kediler ani ölüm riski altındadır. Teşhis HCM, kalbin görüntüsünü oluşturmak için ses dalgalarını kullanan bir teknoloji olan ekokardiyografi ile teşhis edilir. HCM'li kedilerde, bu görüntüler kalbin sol ventrikülünün kalınlaşmış duvarlarını ve daralmış hacmini ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, benzer kalp kalınlaşması, yüksek tansiyon ve hipertiroidizm gibi diğer yaygın durumlardan da kaynaklanır. HCM tanısı konmadan önce bu hastalıklar ekarte edilmelidir. Veteriner hekiminiz fizik muayene ve/veya ekokardiyografik bulgulara bağlı olarak göğüs röntgeni ve elektrokardiyografi gibi başka testler de önerebilir. Yeni genetik testler, kedinizin artmış HCM riskine sahip olup olmadığını belirlemeye de yardımcı olabilir, ancak bu tarama testlerinin sonuçları, bir veteriner uzmanının rehberliğinde dikkatlice yorumlanmalıdır, çünkü bu mutasyonlara sahip tüm kediler bu durumu geliştirmeyecektir. Tedavi HCM'nin bilinen bir tedavisi olmasa da, özel bir bakım planı, kedinizdeki durumun klinik belirtilerini yönetmenize yardımcı olabilir. Tedavi hedefleri arasında kalp atış hızının kontrol edilmesi, akciğer tıkanıklığının (konjestif kalp yetmezliği) hafifletilmesi ve tromboembolizme yol açabilen kan pıhtılarının oluşumunun önlenmesi yer alır. İlaç, HCM'nin yönetilmesine yardımcı olabilir ve durumu stabil olan hastalara ağızdan veya daha ciddi durumlarda enjeksiyon yoluyla uygulanabilir. Ne yazık ki, klinik belirtiler gözlenmeden önce başlandığında HCM'nin ilerlemesini önleyen hiçbir terapi gösterilmemiştir. Prognoz HCM'li kediler için prognoz (öngörülen sonuç) değişkendir. Herhangi bir klinik belirti göstermeyen kediler, kalp fonksiyonlarında hafif bir bozulma ile genellikle yıllarca hayatta kalabilirler. HCM en yaygın olarak ilerleyici bir hastalık olarak seyreder ve daha kötü bir prognoza işaret eden bulgular arasında konjestif kalp yetmezliği, tromboembolizm ve hipotermi (düşük vücut ısısı) bulunur. Ancak çoğu durumda tıbbi tedavi, kedinizin yaşam kalitesini önemli ölçüde arttırabilir. Kedinizin sağlığı ve tedavi seçenekleri hakkında daha fazla bilgi edinmek için bugün Veteriner hekiminizle konuşun.
Kastrasyon veya kısırlaştırma ile ne kastedilmektedir? Kısırlaştırma ve hadım etme, bilimsel olarak orşidektomi veya orşiektomi olarak bilinen cerrahi prosedürü tanımlamak için kullanılan yaygın terimlerdir. Bu prosedürde, bir erkek kediyi sterilize etmek için her iki testis de çıkarılır. Kedimi neden kısırlaştırmalıyım? Erkek bir kedi ergenliğe ulaştığında, onu daha az arzu edilen bir evcil hayvan haline getirecek bir dizi davranış değişikliği geliştirecektir. Bölgesel olarak alan sahiplenecek ve idrar püskürterek evin içindeki bazı alanları dahi işaretlemeye başlayacaktir. Bu idrarın çıkarılması zor olan özellikle rahatsız edici bir kokusu vardır. Erkek kedi cinsel olgunluğa eriştiğinde, eğer dışarı çıkmasına olanak varsa özellikle geceleri evden uzaklaşarak kendi egemenlik bölgesini genişletmeye başlayacaktır. Bir erkek kedinin bölgesinin büyüklüğünü genişleterek sokaklarda dolaşması, diğer kedilerle karşılaşma ve bölgesel hakimiyet için savaşma olasılığını da oransal olarak arttırır. Bir erkek kedinin işaret bırakmasına /siğmesine ve dövüşmesine ne kadar uzun süre izin verilirse (yani kısırlaştırılmazsa), kısırlaştırmanın bu davranışları durdurması o kadar az olasıdır. Bu kavgalar sırasında oluşan ısırıklar ve dövüş yaraları ciddi enfeksiyonlara ve apselere neden olabilir. Ayrıca FIV ve FeLV gibi immunsupreyona neden olan bu enfeksiyonlar da kediden kediye bu kavgalar sırasında bulaşmaktadır. Son olarak, evcil hayvanlarda üremeyi kontrol etmediğimiz taktirde hayvan barınakları ve sokaklar istenmeyen yavru kedi ve kedilerle dolup taşmakta olup, yaşam kalitelerinin çok bozuk olması dolayısı ile birçok hayvan acı içinde bakımsızlıktan ölmektedir. Kedimi ne zaman kısırlaştırmalıyım? Bir yavru kediyi kısırlaştırmak için en uygun zamanı belirlerken, sağlık faktörleri, davranışsal faktörler ve evcil hayvanınızın ortamı dahil olmak üzere, tartılması gereken birçok farklı faktör vardır. Evcil hayvanınızı kısırlaştırmak için en iyi zamanı belirlemek için veteriner hekiminize danışmalısınız. Operasyon neleri içeriyor? Kedinize genel anestezi uygulanacaktır. "Veteriner hekiminiz, ameliyattan önce yiyecek ve suyu ne kadar süreyle kedinizden uzak tutmanız gerektiğini size bildirecektir." Erkek kedilerde testislerin her ikisi de skrotumdan küçük kesilerden çıkarılır. Kesiler çok küçük olduğundan ve dikişler skrotumun hassas cildinin tahriş olmasına neden olabileceğinden, kesilerin dikilmesi nadirdir. Diğer önemli noktalar dişi kedi kısırlaştırması bölümünde açıklanmıştır.
Ovariohisterektomi veya kısırlaştırma ile ne kastedilmektedir? Kısırlaştırma, ovario histerektomi olarak bilinen cerrahi prosedürü tanımlamak için kullanılan yaygın bir terimdir. Bu prosedürde dişi bir kediyi sterilize etmek için yumurtalıklar ve rahim tamamen çıkarılır. Kedimi neden kısırlaştırmalıyım? Genel olarak tüm kedilerin kısırlaştırılması önerilir. Kedinizi kısırlaştırmanın sağlık açısından birçok yararı vardır. İlk olarak, kısırlaştırma yumurtalık ve rahim kanseri riskini ortadan kaldırırken, meme kanseri, kısırlaştırılmamış dişi kedilerde teşhis edilen bir numaralı kanser türüdür. Kediniz ilk kızgınlık döneminden önce kısırlaştırılırsa, meme kanserine yakalanma riski %1'in (%0,5) altındadır. Cornell Üniversitesi Kedi Sağlığı Merkezi 6 aydan önce yapılan kısırlaştırmalarda meme kanserinden korunma oranını %91 olarak açıklamışlardır. Sonraki her kızgınlık döngüsünde meme kanseri gelişme riski artar. Yaklaşık 2½ yaşından sonra, ovariohisterektominin meme kanserine karşı koruyucu bir fayda sağlamadığı bilinmektedir. Kısırlaştırılmamış dişi kediler aynı zamanda tedavi için ameliyat gerektiren ölümcül bir rahim durumu olan pyometra (rahim enfeksiyonu) geliştirme riskini de taşırlar. Son olarak, bazı metabolik ve nörolojik sorunları olan kediler (şeker hastalığı veya Epilepsi hastalığı) hormonlara bağlı olumsuz değişikliklerden korunmak için kısırlaştırılmalıdır. Kedimi kısırlaştırmanın başka faydaları var mı? En belirgin faydası, planlanmamış gebeliklerin önlenmesidir. Kedinizin kısırlaştırılmadan önce mutlaka bir kez doğum yapmasının gerekli olduğu yönündeki inancın ise, kedinize sağladığı herhangi bir davranışsal, tıbbi veya bilimsel yarar yoktur. Bir kedi ergenliğe ulaştığında, genellikle yedi aylıkken, hamile kalmadığı sürece yılın büyük bir bölümünde her iki ila üç haftada bir kızgınlık döngüsü / östrus siklusu yaşar. Her döngüde yaklaşık bir hafta boyunca 'kızgınlıkta olup ' çiftleşmeye açık olacaktır. Kızgınlık sırasında, yüksek sesle ve sürekli ağlama ve sık sık yere sürtünme ve yuvarlanma gibi sosyal olmayan davranışlar sergileyebilir. Ayrıca bir işaretleme davranışı olarak kum kabının dışına idrarını yapabilir. Bu davranış ile bırakılan koku, erkek kedileri kilometrelerce öteden dişiye çekecektir. Yumurtalıkların alınması kızgınlık döngülerini durduracaktır. Kedimi ne zaman kısırlaştırmalıyım? Bir yavru kediyi kısırlaştırmak için en uygun zamanı belirlerken, kedinizin genel sağlık durumu, davranışsal faktörler ve evcil hayvanınızın ortamı dahil olmak üzere, göz önünde bulundurulması gereken birçok farklı faktör vardır. Bazı durumlarda yavru kedilerin kısırlaştırılması sağlık durumlarının uygun hale gelene kadar ertelenmesini gerektirmektedir. Evcil hayvanınızı kısırlaştırmak için en iyi zamanı belirlemek için veteriner hekiminize danışmalısınız. Kısırlaştırma ameliyatı neleri içerir? Bu büyük cerrahi prosedür genel anestezi gerektirir. Ameliyattan önceki gece kedinizin belli bir saatten sonra beslenmemesi ve ameliyat saatine kadar aç tutulması gerekecektir. Çoğu kedi ameliyattan hemen sonra veya 48 saat sonra taburcu edilir. Veteriner hekiminiz ameliyatla ilgili olarak mama ve suyu ne kadar süreyle alıkoymanız gerektiğini ve kedinize özel diğer ayrıntıları size bildirecektir. Ameliyat, operatörün tercihine veya kedinin özel durumuna göre karın orta hattından veya sol açlık çukurluğundan yapılan nispeten küçük bir kesi ile gerçekleştirilir. Her iki yumurtalık da tüm uterusla birlikte çıkarılır. Cerrahi kesi birkaç kat dikişle kapatılacaktır. Çoğu durumda cilt dikişleri konur ve bunlar yedi ila on gün sonra alınır. Kısırlaştırma operasyonu ile ilgili komplikasyonlar yaygın mıdır? Genel olarak, kısırlaştırma ameliyatı sırasında komplikasyonlar nadirdir. Bununla birlikte, herhangi bir anestezik veya cerrahi prosedürde olduğu gibi, her zaman küçük bir risk vardır. Potansiyel komplikasyonlar şunları içerir: Anestezik reaksiyon; Herhangi bir kedi, herhangi bir ilaç veya anestetik uygulandıktan sonra beklenmeyen bir ters reaksiyon gösterebilir. Bu tür vakaları tahmin etmek imkansızdır, ancak son derece nadirdir. Anestezi ile ilişkili bir başka potansiyel tehlike, kedinin anesteziden önce uygun şekilde aç bırakılmaması durumunda ortaya çıkar. Anestezi uygulanmış hastalar, yutmak için normal refleks yeteneğini kaybederler; yutma sırasında, nefes borusunun girişinde bulunan bir kıkırdak flebi olan epiglot kapanır ve yiyecek veya suyun akciğerlere girmesini engeller. Midede yiyecek varsa, kedi anestezi altındayken veya anestezi sonrası erken dönemde kusabilir ve yiyeceğin akciğerlere girmesine ve potansiyel olarak yaşamı tehdit eden bir durum olan aspirasyon pnömonisine neden olabilir. Herhangi bir hastalık anestezi ile ilişkili riskleri artıracaktır. Ameliyat öncesi yapılan muayene ve kan tahlilleri, kedinizin ameliyat öncesi var olan bir problemini belirleyen, yararlı bir tarama testidir. Bu tahlillerin yapılmadan operasyonun gerçekleştirilmesi kedinin aneztesi ve operatif müdahale sürecini sağlıklı bir şekilde tamamlamasına engel olabilir. Riskleri en aza indirmek için, tüm ameliyat öncesi talimatlara kesinlikle uyulması ve herhangi bir hastalık belirtisi veya kedinizin önceki tıbbi durumunun atlamadan veteriner hekime bildirilmesi önemlidir. İç kanama; Bu, karın kapatıldıktan sonra bir kan damarı etrafındaki bir bağın kopması veya kayması durumunda meydana gelebilir. Bu çok nadirdir ve kedi aşırı derecede aktifse ortaya çıkması daha olasıdır. Klinik belirtiler arasında güçsüzlük, soluk diş etleri, depresyon, anoreksi veya şişkin bir karın bulunur. Ameliyat sonrası enfeksiyon; Bu, kesi bölgesi çevresinde dahili veya harici olarak meydana gelebilir. Çoğu durumda, enfeksiyon antibiyotiklerle kontrol edilebilir. Ameliyat sonrası enfeksiyon, en yaygın olarak, kedi bölgeyi aşırı derecede yaladığında veya nemli bir ortamda olduğunda ortaya çıkar. Kısırlaştırmanın kedim üzerinde herhangi bir olumsuz etkisi olur mu? Kedilerin büyük çoğunluğunda ovariohisterektomiyi takiben herhangi bir yan etki görülmez. Bazı kedilerde, özellikle de Siyam cinsinde, ameliyat bölgesinde yeniden uzayan tüyler belirgin şekilde daha koyu olabilir. Bu daha koyu yama şeklindeki tüyler zamanla yenilenerek orijinal rengine döner. "Kısırlaştırma hakkında birçok efsane ve inanç vardır ancak bunların gerçekler veya araştırmalarla desteklenmediğini unutmamalıyız. " Ameliyattan önce veteriner hekiminizle olabilecek herhangi bir soru veya endişenizi paylaşmanız oldukça önemlidir. Kısırlaştırmak kedimin şişmanlamasına neden olur mu? Kısırlaştırma, kedinizin metabolizmasını yavaşlatır ve daha hareketsiz bir yaşam tarzına yol açabilir. Bu, kedinizin kilo almasına neden olur; ancak vücut kondisyonunu, kilosunu yakından izler ve beslenme ve yaşam tarzlarında - düzenli egzersiz süresi de dahil olmak üzere - uygun ayarlamalar yaparsanız, bu kilo alımını önleyebilirsiniz. Sağlıklı Günler dileriz.
Lenfositler, bağışıklık sisteminde yer alan hücrelerdir, lenfositler vücutta kan ve lenf damarlarında dolaşırlar ve enfeksiyonlarla ve hastalıklarla savaşan antikorların üretimi başta olmak üzere bağışıklık siteminde birçok rolleri vardır. Lenfoma, lenfositlerin kanseridir; bu nedenle, lenfoma her zaman lokalize değil sistemik bir hastalık olarak kabul edilir. Kedilerde lenfoma, viral bir enfeksiyon olan Kedi Leukemi Virüsü ile bağlantılıdır. Bu virüse karşı yapılan aşılamalar ile bu hastalığın görülme sıklığının azaldığına dair araştırma raporları vardır. Ancak hala sık görülen bir kanserdir ve kedilerde kanser teşhislerinin yaklaşık %30'unu oluşturur. Kedilerde lenfoma daha çok vücuttaki şu bölgelerde görülür; 1. Bağırsak lenfoması; Bu terim, gastrointestinal sistemi etkileyen lenfomayı tanımlar. Bu, kedilerde en sık olarak görülen lenfoma türüdür ve kedi lenfoma vakalarının % 50-70'ini oluşturur. En çok 6 yaş üstü ve daha yaşlı kedilerde görülürken ortalama tanı yaşı 9-13 arasında değişmektedir. 2. Mediastinal lenfoma; Bu lenfoma formunda göğüsteki lenfoid organlar (lenf düğümleri veya timus gibi) etkilenir. Mediastinal lenfoma genellikle genç kedilerde görülür ve ortalama başlangıç yaşı 5 yaştır. Bu tip lenfoma, kedi leukemi virüsü ile güçlü bir şekilde ilişkilidir; etkilenen kedilerin %80'inde leukemi virüsü pozitiftir. 3. Renal lenfoma; Böbrekteki lenfoma, fonksiyonel böbrek hücrelerinin yerini kanser hücreleri aldığından böbrek yetmezliği belirtilerine yol açabilir. Bu tip lenfoma da yine kedi leukemi virüsü ile ilişkilidir ve etkilenen kedilerin %50'sinde kedi leukemi testi pozitiftir. Lenfomanın klinik belirtileri nelerdir? Kedi lenfoması en sık mide bağırsak kanalında görüldüğü için öncelikle sindirim sitemindeki formun klinik şikayetlerine değinmek iyi olacaktır. Malesef, lenfomanın klinik belirtileri diğer sindirim sistemi hastalıklarına benzer. Etkilenen kedilerde iştahsızlık kusma ve ishal gibi spesifik olmayan belirtiler vardır, sonuçta kilo kaybı gelişir. Bu belirtiler uzun vadede dönemsel olarak ortaya çıkar. Septomatik tedavilerle biraz düzelme olur, ancak kronik olarak sorun hep devam eder. Mediastinal lenfoma göğüste oluşur ve bu nedenle hastanın şikayetleri sıklıkla solunum güçlüğü ile ilişkilidir. Göğüs boşluğunda oluşan sıvı genellikle tümörün etrafında birikmeye başlar ve bu da etkilenen kedinin ciğerlerini tamamen şişirmesini zorlaştırır. Renal lenfomalı kedilerde böbrek yetmezliği ile ilişkili belirtiler görülebilir. Bu belirtiler genellikle iştah azalması, kilo kaybı, artan su içme isteği ve sık idrara çıkma, ancak buna rağmen şekillenen dehidrasyon gibi belirtilerdir. Bu değişikliklerin tümü, kan dolaşımında böbreklerin lenfomadan etkilendiğinde etkili bir şekilde filtreleyemediği toksinlerin birikmesiyle ilişkilidir. Lenfoma nasıl teşhis edilir? Veteriner hekim öncelikle, kedinizin genel sağlığını değerlendirmek ve klinik belirtilerinin diğer nedenlerini ekarte etmek için kan alırak basitçe iki ana grupta inceleme yapar. Yapılan biyokimyasal testler ve hemogram ile organ fonksiyonları ve bağışıklık sisteminin durumu hakkında bir ön değerlendirme yapılmış olur. Yine görüntüleme tekniklerinden ultrason ve röntgenden yararlanılarak bilgi toplanmaya çalışılır. Ancak lenfomanın kesin teşhisi, etkilenen dokudan alınan numunenin mikroskopik olarak incelemesi sonucunda kanserli hücrelerin bulunması ile konulabilir. Bazı durumlarda, kedi lenfoması ince iğne aspirasyonu ile teşhis edilebilir. Bu yöntemde hekim ilgili alana (büyümüş bir lenf nodu, büyümüş böbrek, kalınlaşmış bağırsak bölgesi veya göğüste bulunan sıvı) bir iğne ile aspirasyon yapar ve az sayıda hücreyi alır. Bu hücreler daha sonra mikroskop altında incelenir ve lenfomayı gösteren kanser hücreleri aranır. Aspirasyon yoluyla yüksek kaliteli bir teşhis örneği elde etmek her zaman mümkün olmasa da, birçok veteriner hekim, cerrahi biyopsiye kıyasla minimum risk, yan etki ve maliyet taşıdığı için bu testi öncelikle tercih eder. İnce iğne aspirasyonu sonuçsuzsa veya lezyonun yeri nedeniyle pratik değilse, veteriner hekim bunun yerine cerrahi biyopsi yapabilir. Bu, lezyondan bir doku parçasının alınmasını içerir. Gastrointestinal lenfomadan şüphelenilen durumlarda, bu örnek cerrahi olarak bağırsağın iç yüzeyinden örnek alınarak yapılır. Alınan bu numuneler patologlar tarafından işlenir ve lenfomayı değerlendirmek için mikroskop altında incelenir. Lenfoma biyopsi ile teşhis edilirse, patolog ayrıca kedinizin yüksek dereceli veya düşük dereceli lenfomaya sahip olup olmadığını belirleyebilir. Bu belirleme, kanser hücrelerinin ne kadar hızlı bölündüğüne ve hücrelerin ne kadar kötü huylu göründüğüne dayanmaktadır; yüksek dereceli lenfoma hızlı büyüyen ve daha kötü huylu olandır. Kedilerde düşük dereceli lenfomanın kemoterapiye yanıt verme olasılığı daha yüksektir ve kemoterapi genellikle daha uzun remisyon dönemleriyle sonuçlanır. Örnek dokuda lenfoma teşhisi konulursa, veteriner hekiminiz immünohistokimya gibi ek testler yapabilir. Bu test, lenfomayı daha fazla karakterize etmeye ve bir tedavi planı geliştirmeye yardımcı olabilir. Lenfoma nasıl tedavi edilir? Lenfoma genellikle kemoterapi ile tedavi edilir. Düşük dereceli lenfoma, oral kemoterapi ajanları ile tek veya kombine olarak tedaviye alınırken, yüksek dereceli lenfoma, bir dizi kemoterapi protokolünden biri kullanılarak tedavi edilir. Kediler kemoterapiyi insanlardan çok daha iyi tolere eder ancak yine de tedavi sırasında yan etkiler görülür. En sık görülen yan etkiler kusma, ishal ve iştah azalmasıdır. Bununla birlikte, bu etkiler hastaların sadece yaklaşık %10'unda görülmektedir. Kemoterapi protokolü belirlenen hastalarda belirli aralıklarla kan testleri yapılır ve kemoterapi yan etkilerine karşı tedbirli olarak tedavi yönlendirilir. Nazal tümörler veya abdominal kitleler gibi tek bir alanla sınırlı lenfoma için cerrahi ve/veya radyasyon uygun olabilir, ancak bu nadirdir. Çoğu vaka sadece cerrahi veya radyasyonla tek başına şekilde tedavi edilemez ve kemoterapi gerektirir. Kedinin durumu veya sahibinin isteği nedeniyle kemoterapi bir seçenek değilse, palyatif tedavi seçenekleri ile klinik belirtilerde geçici bir azalma sağlanabilir ve hastanın yaşam kalitesi arttırılmaya çalışılabilir. Lenfoma için prognoz nedir? Lenfomanın prognozu, lenfomanın konumuna, tedavinin başlangıcında kedinin ne kadar hasta olduğuna, kedinin lösemi durumuna ve hastalığın ne kadar hızlı teşhis ve tedavi edildiğine bağlıdır. Gastrointestinal lenfoma vakalarının çoğu düşük dereceli lenfomadır. Tedavi ile düşük dereceli lenfomalı kedilerin yaklaşık %70'i remisyona girebilir. Ancak lenfoma hiçbir zaman gerçekten "tedavi" olmaz; remisyon, tüm lenfoma belirtilerinin geçici olarak çözülmesini tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Düşük dereceli lenfoma için ortalama remisyon 2-3 yıl olarak ön görülür. "Lenfoma prognozu birçok faktöre bağlıdır." Yüksek dereceli gastrointestinal lenfomalar tedaviye iyi yanıt vermeyebilirler. Yüksek dereceli lenfomalı kedilerin ortalama olarak %25-50'si, tedavi ile remisyona ulaşır. Tipik olarak, bu remisyon dönemi sadece 2-9 ay sürer ve daha sonra kediler tekrar hastalanırlar. FeLV'si pozitif olan kedilerde mediastinal lenfoma, ortalama 3 aylık sağkalım süresi ile kötü bir prognoz taşır. FeLV'si negatif olan kedilerde, mediastinal lenfoma kemoterapiye kısmi bir yanıt gösterir. Bu kediler ortalama 9-12 aylık bir hayatta kalma süresi gösterirler ve tedaviye verilen ilk tepki genellikle hayatta kalma süresinin bir göstergesidir. Renal lenfoma maalesef çok kötü bir prognoz taşır. Bu tip lenfoma ile ortalama yaşam süresi 3-6 aydır, ancak kedilerin çok daha uzun süre hayatta kaldığına dair izole raporlar vardır. Renal lenfoma, beyine ve merkezi sinir sistemine yayılma eğilimindedir; bu, renal lenfoma vakalarının yaklaşık %40'ında meydana gelir ve bu hastalığın prognozunu kötüleştirir. Kedimin lenfoma geliştirme olasılığını nasıl azaltabilirim? Lenfoma önlenemez, ancak kedi lösemi virüsü enfeksiyonu önlenerek bir kedinin lenfoma geliştirme olasılığı azaltılabilir. Dışarı çıkan ya da hastalık taşıyıp taşımadığı belli olmayan kedilerle birarada bulunan kedilerin 2 yılda bir Feline leukemi aşısını olmaları önerilir. Genel olarak yine bazı hastalıkları önleyemezsek de, erken tanı ve tedavi ile, çok erken dönemlerde yakalanan hastalıklarda günümüzde veteriner tıbbında yaşanan gelişmelere paralel olarak çok iyi yönetimler ve başarılı sonuçlara ulaşmak mümkündür. Kedinizin senelik olarak en az iki kez bir veteriner hekim tarafından sağlık kontrollerinin yapılması ile, olası değişiklerin izlenmesi ve incelenmesinin mümkün olduğunu unutmayınız.
Lenfoma, lenf düğümlerinin ve lenfatik sistemin kanseridir. Bu kanser belirli bir bölgede lokalize olabilir veya tüm vücuda yayılabilir. Lenfatik sistem, lenf düğümlerini, dalak ve bademcikler gibi özel lenfatik organları ve lenfatik damarları içerir. Lenfatik sistem bu bileşenleri ile, vücutta sıvıların ve diğer maddelerin hareketi dahil olmak üzere vücutta bir dizi önemli rol üstlenir ve ayrıca toksinlere veya enfeksiyonlara yanıt olarak bağışıklık işlevlerini yerine getirir. Köpeklerde lenfoma yaygın mıdır? Lenfoma, köpeklerde, kanser teşhislerinin %15-20'sini oluşturan nispeten yaygın bir kanserdir. Orta yaşlı ve yaşlı köpeklerde en yaygın olan kanser türüdür ve bazı ırklar bu türe yatkındır. Golden Retrieverlar, Boxer, Bullmastiffler, Basset Hounds, Saint Bernardlar, İskoç Teriyerleri, Airedale Teriyerleri ve Bulldoglar lenfoma geliştirme riskini taşırlar. Bu, doğrulanmamış olmasına rağmen, lenfomada genetik bir bileşen olabileceğini düşündürmektedir. Köpeklerde şiddeti ve prognozu değişen dört farklı lenfoma türü vardır. 1. Çok merkezli (sistemik) lenfoma; bu, en yaygın köpek lenfoması türüdür. Çok merkezli lenfoma, köpeklerdeki lenfoma vakalarının yaklaşık %80-85'ini oluşturur. Çok merkezli lenfomada, vücuttaki lenf düğümleri etkilenir. 2. Alimenter(sindirim) lenfoma; bu terim, gastrointestinal sistemi etkileyen lenfomayı tanımlamak için kullanılır. Alimenter lenfoma ikinci en yaygın lenfoma türüdür. 3. Mediastinal lenfoma; bu nadir lenfoma formunda göğüsteki lenfoid organlar (lenf düğümleri veya timus gibi) etkilenir. 4. Ekstranodal lenfoma; bu tip lenfoma, lenfatik sistemin dışında belirli bir organı hedefler. Ekstranodal lenfoma nadirdir, ancak ciltte, gözlerde, böbrekte, akciğerde veya sinir sisteminde gelişebilir. Lenfomanın klinik belirtileri nelerdir? Çok merkezli (sistemik) lenfomalı köpeklerde, lenfomanın ilk belirtisi lenf düğümlerinin şişmesidir. Boyun, göğüs, koltuk altı, kasık ve dizlerin arkasında bulunan lenf düğümleri genellikle en görünür ve gözlemlenmesi en kolay olanlardır. Bu lenf düğümlerinin şişmesi, köpeğin sahibi tarafından veya ilk olarak rutin bir fizik muayenede veteriner hekim tarafından fark edilebilir. Bu köpeklerin çoğunda, teşhis sırasında herhangi bir klinik hastalık belirtisi görülmez, ancak tedavi edilmezse kilo kaybı ve uyuşukluk gibi belirtiler geliştirmeye devam ederler. Diğer, daha az yaygın lenfoma formlarında, klinik belirtiler etkilenen organa bağlıdır. Alimenter lenfoma gastrointestinal lezyonlara neden olarak kusma, ishal ve kilo kaybına neden olur. Mediastinal lenfoma, göğüs içinde göğüs boşluğunda yer kaplayan ve genellikle öksürük ve nefes darlığı ile sonuçlanan lezyonlar oluşturur. Ekstranodal lenfomanın etkileri, tutulan organa bağlı olarak önemli ölçüde değişir. Lenfoma nasıl teşhis edilir? Büyümüş lenf düğümleri olan tüm köpeklerde lenfoma yoktur. Büyümüş lenf düğümleri, enfeksiyonlar veya otoimmün hastalıklar nedeniyle de oluşabilir, bu nedenle veteriner hekiminiz köpeğinizin klinik belirtilerinin nedenini belirlemek için testler yapacaktır. Lenfoma tanısında kullanılan en yaygın test ince iğne aspirasyonudur. Bu testte büyümüş bir lenf düğümünden (veya başka bir organdan) ince bir iğne ile örnek hücreler alınır. Bu hücreler daha sonra mikroskop altında incelenir ve lenfomayı gösteren kanserli hücrelerin kanıtları varsa aranır. "Lenfoma tanısında kullanılan en yaygın test ince iğne aspirasyonudur." İnce iğne aspirasyonu sonuçsuzsa veya lezyonun konumu nedeniyle yapılması pratik değilse, bu kez biyopsi yapılabilir. Biyopsi, bir doku örneğinin lenf düğümünden veya lezyondan cerrahi olarak çıkarılmasını içerir. Bu örnek işlenecek ve mikroskop altında incelenerek lenfoma varlığı aranacaktır. Veteriner hekiminiz ayrıca bu durumdaki hastanın (köpeğinizin) genel sağlığını değerlendirmek için temel tarama amaçlı kan tahlilleri yapacaktır. Bu kan çalışmasının iki bileşeni vardır. Tam bir kan hücresi sayımı, köpeğinizin kanındaki hücre tiplerinin incelenmesini, kırmızı kan hücrelerinin, beyaz kan hücrelerinin ve trombositlerin miktarlarının değerlendirilmesini içerir. Köpeğinizin iç organlarının işlevini değerlendirmek için bir serum biyokimyası kullanılır. Köpeğinize şayet lenfoma teşhisi konulursa, veteriner hekiminiz lenfoma hakkında daha fazla bilgi edinmek ve bir tedavi planı geliştirmek için ek testler isteyebilir. Bu ek testler şunları içerebilir: İmmünohistokimya; Bu test, iki farklı lenfoma tipini ayırt etmek için özel boyalar kullanır: B hücreli lenfoma ve T hücreli lenfoma. Köpeğinizin lenfomasının B hücreli mi yoksa T hücreli lenfoma mı olduğunu belirlemek, prognozla ilgili bilgi sağlayabilir. Akış sitometrisi; bu, B hücresini T hücreli lenfomadan ayırt etmek için kullanılabilecek başka bir testtir. Ayrıca köpeğinizin lenfoma derecesini belirlemek için ek testler de önerilmektedir. En yaygın olarak röntgen veya ultrason gibi görüntüleme yapılmakta ve sonuçlar değerlendirilmektedir. Lenfomanın beş aşaması vardır. Evre I ve II köpeklerde nadiren görülürken, Evre III-V daha yaygındır. Evre I: sadece tek bir lenf düğümünü içerir. Evre II: diyaframın sadece bir tarafındaki lenf düğümlerini içerir (sadece vücudun önünü veya arkasını etkiler). Evre III: generalize lenf nodu tutulumu gözlemlenir. Evre IV: karaciğer ve/veya dalağı içerir. Evre V: kemik iliği, sinir sistemi veya diğer olağandışı yerleri içerir. Lenfoma nasıl tedavi edilir? Lenfoma kemoterapi ile tedavi edilir. Kullanılan çeşitli prosedürler vardır, ancak çoğu haftalık olarak verilen çeşitli enjeksiyonlardan oluşur. Neyse ki köpekler kemoterapiyi insanlardan daha iyi tolere etme eğilimindedir; kemoterapi sırasında nadiren tüylerini kaybederler veya biraz hasta gibi görünürler. Kemoterapinin en yaygın yan etkileri arasında kusma, ishal ve iştah azalması yer alır, ancak bu etkiler tüm köpeklerde görülmez. Kemoterapi seansları öncesinde yapılan kan testleri ile hastanın bağışıklık sistemi (kan sayımı) kontrol edilir ve uygun dozlarda tedavi gerçekleştirilir veya hastanın durumuna göre ertelemeye gidilir ve bu arada uygun tedavi ile hasta seansa hazır hale getirilmeye çalışılır. Düşük dereceli lokalize lenfomanın belirli türleri için cerrahi ve/veya radyasyon uygun olabilir, ancak çoğu vaka cerrahi veya radyasyonla başarılı bir şekilde tedavi edilemez. Hasta faktörleri veya sahibinin mali kısıtlamaları nedeniyle kemoterapi bir seçenek değilse, palyatif tedavi önerilebilir. Palyatif tedavi lenfomayı tam olarak tedavi etmese de klinik belirtilerde geçici bir azalma sağlayabilir ve hastayı bir süre rahatlatır. Lenfoma için prognoz nedir? Lenfoma prognozu, yalnızca özel testler ile belirlenebilen çeşitli özelliklere bağlı olarak değişir. Ortalama olarak, tedavi almayan (veya tek başına prednizon ile tedavi edilen) köpeklerin beklenen hayatta kalma süresi 4-6 haftadır. "Kemoterapi ile ortalama remisyon 8-9 aydır, kemoterapi ile ortalama hayatta kalma süresi yaklaşık bir yıldır." Kemoterapi ile lenfoma sıklıkla remisyona sokulabilir. Lenfoma hiçbir zaman tam anlamıyla "iyileşmemiş" olsa da remisyon, tüm lenfoma belirtilerinin geçici olarak çözülmesini tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Yine, ortalama verilere göre bazı köpekler daha az yaşarken bazı köpekler bir yıldan fazla yaşayabilir. Veteriner hekiminiz, lenfomayı daha iyi karakterize etmek için ek testler uygular ve evcil hayvanınızın prognozu hakkında daha spesifik bilgiler sağlayabilir. Hastalıkların tanısı ve tedavisi veteriner hekimlik alanında gelişen ve yenilenen imkanlarla daha hızlı olup bu makale de sadece genel bir tanımlama yapılmaya çalışılmıştır. Makalenin amacı umutsuzluk değil umudu taze tutmaya yönelik farkındalık yaratmaktır. Hayvan sahipleri ve veteriner hekim olarak görevimiz onlar için en iyisini yapmaya çalışmak ve düzenli olarak medikal taramalarının ve muayenelerinin senede en az iki kez yapılmasını sağlamaktır.
Havaların ısınmaya başlaması ile beraber alerjik deri sorunları ile kliniklere başvuran köpeklerin sayısı ve hayvan sahiplerimizin şikayetleri artarak devam edecektir. Bu makalede basit olarak alerjik dermatitler ile ilgili bazı terimleri açıklamak, buzdağının altında neler olabileceği sizlerle paylaşılmak istenmiş ve sorunların önlenmesinde izlenecek yollar hakkında küçük ipuçları paylaşılmıştır. Alerjenlere en yaygın olarak nazal semptomlar ve/veya kurdeşen ile tepki veren insanların aksine, köpekler deri ve/veya gastrointestinal problemlerle tepki verirler. Bunun nedeni, köpeklerin derisinde alerjik bir tehdit karşısında histamin ve diğer vazoaktif maddeleri serbest bırakan mast hücrelerinin daha yüksek oranda bulunmasıdır. Alerjik yanıtlar; zayıf ve seyrek tüy dokusunun yanısıra kaşıntılara, tüyleri ağzına alıp çiğnemeye, aşırı yalamaya, aniden oluşan ıslak ağrılı deri lezyonlarına (hot spot / ıslak dermatit) veya mide-bağırsak rahatsızlıklarına, ishal ve gaz oluşumuna kadar değişen belirtilere yol açabilir. Alerjiler kronik kulak enfeksiyonlarını oluşturan nedenlerin arasında rol oynayabilir. Köpeklerde alerjik dermatitlerin en yaygın nedenleri pire alerjisi, gıda alerjisi, inhalasyon veya temas alerjisi (kontakt dermatit) atopi ve cildin normal bakteri florasına karşı gelişen alerjidir. Bu tarz alerjenlerin varlığından kaynaklanan sorunların yanısıra tiroid hastalığı da tabloya eşlik eden diğer bir faktör olarak tespit edilebilir. Böyle durumlarda durumun kontrol alınmasında daha farklı yaklaşımlar söz konusu olur. Bu konu burada irdelenmeyecektir. Atopik Dermatit Köpek atopik dermatitini (alerjik dermatit, köpek atopisi) tanımlamak gerekirse "aslında zararsız olan bir maddeye, bir “alerjene” tekrar tekrar maruz kalmayı takiben alerjik semptomlar geliştirmeye yönelik kalıtsal bir yatkınlıktır" diyebiliriz. Bu durumdaki köpekler alerji belirtilerini 1 ila 3 yaş arasında göstermeye başlar. Hastalığın kalıtsal doğası nedeniyle bazı ırklar daha yatkındır ve yurt dışında yapılan çalışmalarda Golden Retriever, çoğu Terier, İrlanda Setter, Lhasa Apsos, Dalmaçyalılar, Bulldoglar ve İngiliz Çoban köpekleri de dahil olmak üzere çeşitli ırklar daha yaygın olarak atopik yapıda bulunmuş olup, yaşadığımız coğrafyada klinik belirti gösteren ırklar benzer olsa da, tam olarak bir ırk yatkınlığını gösteren çalışma yoktur. Genel olarak melez köpekler de dahil olmak üzere birçok köpek atopik olabilir diyebiliriz. Atopik dermatitli hayvanlar genellikle ayaklarını, gövdelerinin yanlarını, kulaklarını, koltuk altlarını veya kasıklarını sürter, yalar, çiğner, ısırır veya kaşıyarak düzensiz veya parça parça tüy dökülmesine ve derinin kızarmasına ve kalınlaşmasına neden olurlar. Bu tür köpeklerde deri kuru ve kepekli veya yağlı bir yapıda da olabilir. Köpekler yüzlerini halıya sürtebilirler; kulak uçları kırmızı ve sıcak olabilir. Kulağın salgı üreten bezleri alerjiye yanıt olarak aşırı salgı ürettiği için kulakta biriken aşırı sebum niteliğindeki kir nedeni ile kulakta bakteriyel ve maya (Malassezia) enfeksiyonlarının gelişme oranları yüksektir. İnhalasyon ve Kontakt Alerjileri Köpeklerde alerjik reaksiyona neden olabilen maddeler, çimenlerin, ağaçların ve yabani otların polenleri, toz akarları ve küfler dahil insanlarda reaksiyona neden olan maddelerle hemen hemen aynıdır. Bu alerjileri teşhis etmenin bir yolu, reaksiyonun zamanlamasına bakmaktır. Yıl boyunca oluyor mu? Bu küf veya toz olabilir. Reaksiyon mevsimsel ise, polenler alerjik belirtilerin sebepleri olabilir. Gıda Alerjisi Pek çok insan, köpeğinin kaşınmasının nedeni olarak gıda alerjilerinden şüphelenmez, çünkü evcil hayvanları tüm hayatı boyunca aynı mamayla beslenmiştir ve yakın zamanda belirtiler göstermeye başlamıştır. Ancak, hayvanlar zamanla bir maddeye karşı alerji geliştirebilir, bu nedenle bu görüş olası bir gıda alerjisini dışlamamalıdır. Diğer bir yaygın yanılgı, köpeklerin yalnızca kalitesiz yiyeceklere duyarlı olduklarıdır. Köpeğin bir bileşene alerjisi varsa, bunun birinci sınıf mamada mı yoksa piyasadaki en ucuz markada mı olduğu önemli değildir. Birinci sınıf Premium gıdaların bir avantajı, genellikle alerjik reaksiyonlara neden olan yaygın katkı maddelerinden kaçınmalarıdır. Ayrıca evden verilen bazı gıdalar ve ödüllerin de alerjinin kaynağında yer alabileceği de unutulmamalıdır. Pire alerjisi Bu tip reaksiyon genellikle pirenin kendisine değil, tükürüğündeki proteinlere yöneliktir. İlginçtir ki, bu soruna en yatkın köpekler, sürekli pire basan köpekler değil, sadece ara sıra maruz kalan köpeklerdir! Tek bir ısırık, beş ila yedi gün boyunca reaksiyona neden olabilir, bu nedenle köpeğinizin alerjik reaksiyon göstermesi için çok fazla pireye ihtiyacı yoktur. Stafilokok Aşırı Duyarlılığı Bakteriyel aşırı duyarlılık, “bir köpeğin bağışıklık sistemi cildindeki normal Staphylococcus (Staph) bakterilerine aşırı tepki verdiğinde” ortaya çıkar. Hipotiroidizm, inhalan alerjisi ve/veya pire alerjisi gibi diğer koşulların aynı anda mevcut olması durumunda, köpekte bakteriyel aşırı duyarlılığın ortaya çıkma olasılığının daha yüksek olduğu görülmektedir. Bakteriyel aşırı duyarlılık, bakteri kültürü ve biyopsi örneğinin incelenmesi yoluyla teşhis edilir. Alerjik Hastalıklarda Teşhis Öncelikle kaşıntı ile kliniğe başvuran köpeklerin bir değerlendirmesinin yapılabilmesi için iyi bir hasta öyküsü alınmalıdır. Daha sonra oluşturulacak ayırıcı tanı listesine göre bazı diagnostik tarama testleri yapılır. Tüy ve derinin ayrıntılı ve sistematik bir şekilde incelenmesi gerekir. Deriden alınan kazıntı örneğinin incelenmesi, kıl örneğinin mikroskop altında özel sıvılarla incelenmesi, bazı durumlarda deriden sitoloji ve biyopsi yapılması gereken adımlardır. Bu sıkıntı veren semptomların üstesinden gelmek için kapsamlı ve sistematik bir yaklaşımda bulunarak sorunun çözümüne odaklanılmalıdır. Kısa yollar genellikle sonuç vermez ve sadece hayvan sahibin hayal kırıklığına uğramasına neden olur. Ayrıca hastaların sorunlarının artararak devam etmesine ve daha karmaşık bir hale gelmesine neden olur. Deride alerjik reaksiyona eşlik eden sekonder etkenlerin tespit veya ekarte edilmesi (bakteri, mantar, maya gibi) tedavinin ve mücadelenin gövdesini oluşturur. Alerji testlerini, orta ve şiddetli alerjiden muzdarip köpekler için iyi bir teşhis aracı olarak kabul eden yaklaşımlar ve görüşler vardır. Birkaç farklı test yöntemi mevcuttur. En yaygın olanı, köpeğin kanında antijen kaynaklı antikorları kontrol eden bir kan testidir. Deri içi alerji testi de yapılabilir. Bu test yönteminde, köpeğin derisinin traş edilmiş bir kısmına az miktarda antijen enjekte edilir. Bu, belirli bir düzende ve sırayla yapılır, böylece köpek küçük bir yüksek reaksiyon gösterirse, rahatsız edici antijen tanımlanabilir. Bir süre (saat) sonra, eğer varsa hangi antijenlerin reaksiyon oluşturduğunu tespit etmek için tıraş edilen alan incelenir. Alerjik hayvan için özel bir tedavi geliştirmek için alerji testi yapılacaksa, bu tedavinin uygulanacağı hastanın dikkatle seçilmesi ve karar verici hekimin de bu konuda tecrübeli olması oldukça önemlidir. Tedavi İlaçlı Banyolar Birçok ilaçlı şampuanın içinde yaralı cildi yatıştırmayı ve iltihabı sakinleştirmeyi amaçlayan bileşikler bulunur. Ek olarak, köpeğin sık sık yıkanması (haftada bir ila iki haftada bir) tüylerindeki alerjenleri temizleyebilir ve bu da cilt alerjisi alevlenmelerinin bastırılmasına katkıda bulunabilir. Önerdiğimiz ilaçlı banyolar, aslında antimikrobiyal ve antifungal ajanların yanı sıra, cildi kurutmadan daha sık yıkanmasını sağlayan bileşenler içeren banyolardır. Daha sonra durulama uygulaması da cildin ve tüylerin kurumasını önlemeye yardımcı olur. Pire Kontrolü Ekto paraziter kontrol tüm kedi ve köpeklerde rutin olarak yapılmalı, alerjik sorunu olan bireylerde ise çok katı bir pire kontrol rejimi uygulanmalıdır. Pire koruması düzenli olarak yapılmayan bireylerde diğer alerjenlerin varlığını aramak dereye paçaları sıvamadan girmeye benzetilebilir. Ülkemizin bulunduğu enlem ve boylam ve küresel ısınmanın etkisi nedeniyle, ülkemiz subtropik kuşakta yer almakta olup, yıl boyu parazit kontrolünün yapılmasının zaruri olduğu bir gerçektir. En iyi ekto paraziter kontrol veteriner hekiminiz tarafından sizlere önerilen lisanlı ürünler ile, çevre sağlığı ve hayvan sağlığı güvenli bir şekilde korunarak yapılmalıdır. Nutrasötikler Omega-3 ve Omega-6 esansiyel yağ asidi takviyeleri, cildin genel sağlığını iyileştirerek çalışır. Bu yağ asitleri, doğal anti-inflamatuar ve anti-oksidatif maddelerdir. Alerjik köpeklerin %20'sinde iyileşmeye yardımcı oldukları bilinmektedir. Kendi deneyimlerimiz bu oranın biraz daha yüksek olduğunu göstermektedir. Omega-3 yağ asitleri balık yağlarında bulunur ve omega-6 yağ asitleri gama-linolenik asit (GLA) içeren bitkilerden elde edilir. Bu takviyeler de 3:6 oranı ve kullanılan ürünün biyoyararlılık düzeyi kullanılan ürün seçiminde oldukça önemlidir. Hipoalerjenik Diyetler Alerjiler, yabancı proteine maruz kalma yoluyla gelişir, bu nedenle çoğu hipoalerjenik diyet, köpeğinizin daha önce hiç sahip olmadığı proteinleri ve karbonhidratları içerir. Köpeklerdeki gıda alerjilerinin %80'inden süt ürünleri, sığır eti ve buğday sorumlu olduğundan, bu maddelerden kaçınılarak hazırlanan diyetler gıda alerjilerinin kontrol altına alınmasında tercih edilebilir. Tek tip protein ve karbonhidrat kullanarak hazırlanmış olan hipoalerjenik diyetlerde kullanılan yeni protein kaynakları arasında geyik eti, yumurta, ördek, kanguru ve genellikle evcil hayvan mamalarında bulunmayan balık türleri bulunur. Karbonhidrat kaynakları arasında patates, bezelye, tatlı patates ve konserve balkabağı bulunur. Gıda alerjilerinin tespitinde ve eleminasyon periyodunda kullanılan diyetlerin arasında daha fazla tercih edilen tür ise, hidrolize edilmiş proteinlerin kullanıldığı diyetlerdir. Hidrolize protein diyetleri, protein kaynağının sentetik olarak küçük parçalara indirgendiği diyetlerdir. Hidrolize bir protein kaynağı ile beslemenin ardındaki teori, mamadaki proteinlerin, alerjik köpeğin bağışıklık sisteminin protein parçalarını tanımayacağı ve alerjiye neden olacak bir bağışıklık tepkisi oluşturmayacağı kadar küçük olması gerektiğidir. Gıda alerjisi olan evcil hayvanların çoğu, hipoalerjenik bir diyete geçtiğinde iyi tepki verir, ancak bazen bir hayvan o kadar aşırı alerjiden muzdariptir ki, tek seçenek ev yapımı bir diyettir. Bu durumda, diyet bir veteriner hekiminiz yardımı ile özelleştirilmelidir. Çevresel Kontrol Köpeğinizin hangi maddelere alerjisi olduğunu biliyorsanız, kaçınmak en iyi kontrol yöntemidir. Köpeği alerji aşılarıyla duyarsızlaştırıyor olsanız bile, alerjenden tamamen kaçınmak en iyisidir. Küfler, bir nem alma cihazı kullanarak veya ev bitkilerinde açıkta kalan toprağın üzerine aktif kömür koyarak azaltılabilir. Tozlar ve polenler en iyi şekilde HEPA filtreli bir hava temizleyici kullanılarak kontrol edilir. Pencereler kapalı tutulduğu için klima, havadaki alerjenlerin dolaşımdaki miktarlarını da azaltabilir. Bu tip alerjik sorunların kontrol altına alınması tamamen detaylı bir muayene ve tetkikler sonucu hastanın ihtiyacına özel olarak hazırlanmış bir reçete ve yaşam düzenlenmesi ile olur. Bu makalede sadece çok yüzeysel olarak genel ifadelerle konuya bir giriş yapılmak ve farkındalık yaratmak hedeflenmiştir. Atopi başta olmak üzere alerjik köpeklerin başarılı bir şekilde yönetimi bazen karmaşık ve yorucu olabilir, vakaların çoğunda alerjik alevlenmeleri kontrol etmek için çok modlu yönetim gereklidir. Atopi gibi genetik yatkınlığa dayanan hastalıklarda tam tedavi mümkün olmaz ancak belirtilerin kontrol altına alınması ve alevlenmelerin şiddetinin azaltılması büyük başarı olarak görülmektedir. Veteriner hekim ve evcil hayvan sahibinin uyumu, tüylü dostumuzun sağlığı, takibi ve bakımı için esastır.
1
2
3
4
5
...
8