Sitemizi kullanabilmeniz için tarayıcınızda javascriptlerin çalışmasına izin vermelisiniz. |
Sızdıran bağırsak sendromu, bağırsakların geçirgenliğindeki artışı tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Sağlıklı bir evcil hayvanda bağırsak duvarları bir bariyer görevi görerek yabancı maddeleri (bakteri, gıda alerjenleri, toksinler vb.) vücut dolaşımından ve dokulardan uzak tutar. Yiyecek yenildiğinde yemek borusu, mide ve bağırsaklardan geçer (yol boyunca sindirimin çeşitli aşamalarından geçer), ancak yalnızca belirli maddeler bağırsaklar tarafından emilir ve kan dolaşımına girmesine izin verilir. Sızdıran bağırsağı olan bir evcil hayvanda bağırsakların bariyer işlevi tehlikeye girer. Bu nedenle normalde bağırsaklardan geçen maddeler bağırsak duvarlarını geçerek vücudun dolaşımına girebilir. Sızdıran bağırsak sendromuna ne sebep olur? Sızdıran bağırsak sendromu, bağırsaklarda meydana gelen herhangi bir önemli hasardan kaynaklanabilir. Bazı sızdıran bağırsak vakaları akut (kısa süreli) bağırsak hasarıyla ilişkilidir. Köpeklerde sızdıran bağırsak sendromunun akut nedenleri arasında şiddetli bağırsak enfeksiyonu, karın travması, belirli toksinlere maruz kalma ve aşırı dozda ilaç alımı yer alır. Bu gibi durumlardan herhangi biri bağırsak duvarlarındaki hücrelere zarar vererek bariyer fonksiyonlarını bozabilir. Bununla birlikte, birçok sızdıran bağırsak vakası, kademeli veya uzun vadeli bağırsak hasarıyla ilişkilidir. Bu devam eden hasar genellikle bağırsaklardaki bakteriyel dengesizliğe atfedilir. Bu bakteriyel dengesizliğin ve sonuçta ortaya çıkan geçirgen bağırsakların olası nedenleri arasında gıda alerjileri, kronik yetersiz beslenme ve steroid olmayan antiinflamatuar ilaçların uzun süreli kullanımı yer alır. Bu tarz durumlara kısa süreli maruz kalma durumunda sızdıran bağırsak sorununa neden olması beklenmezse de, kronik olarak maruz kalma bağırsak bakteri popülasyonunda değişikliklere yol açabilir ve bu da bağırsak hücrelerinde kronik inflamatuar değişikliklerle sonuçlanabilir. Sızdıran bağırsak sendromunun klinik belirtileri nelerdir? Sızdıran bağırsak sendromlu evcil hayvanların çoğunda kilo kaybı, kusma, şişkinlik ve yumuşak dışkı gibi gastrointestinal belirtiler görülür. Ancak bu durumda asıl endişe kaynağı sadece bu gastrointestinal belirtiler değildir. Bunun yerine, sızdıran bağırsak sendromunun kendisi endişe vericidir çünkü evcil hayvanın doğrudan gastrointestinal sistemle ilgili olmayan bir dizi hastalığa yakalanma riskini arttırdığı bilinmektedir. İnsanlarda sızdıran bağırsak sendromu; inflamatuar bağırsak hastalığı, inflamatuar artrit, inflamatuar cilt hastalığı, kronik hepatit, kronik pankreatit ve kronik yorgunluk sendromu ile ilişkilidir. İnsanlarda sızdıran bağırsak sendromunun inflamasyona katkıda bulunduğu teorik olarak öne sürülmektedir. Sızıntılı bağırsak sendromunun evcil hayvanlarda inflamatuar hastalıklara da yol açabileceğine dair endişeler vardır; bu, sızdıran bağırsak sendromunun klinik belirtilerinin çok çeşitli inflamatuar durumları içerebileceği anlamına gelir. Sızıntılı bağırsak sendromu nasıl teşhis edilir? Sızıntılı bağırsak medikal olarak tanı konulması kolay olmayan bir durumdur. Aynı belirtilere yol açan bir dizi farklı bağırsak hastalığı ekarte edilmeli veya teşhis edilmelidir. Bu nedenle veteriner hekimler altta yatan hastalığın teşhisine yönelik testler uygulayacaktır. Veteriner hekiminiz öncelikle kapsamlı bir fizik muayene ve ayrıntılı bir tıbbi öykü alarak araştırmaya başlayacaktır. Bağırsak parazitlerini aramak için dışkı örneği toplanacak ve mikroskop altında incelenecektir. Tam kan hücresi sayımı ve serum biyokimya profili için kan alınacaktır. Evcil hayvanınızın belirtilerine bağlı olarak ek testler önerilebilir. Bu testler evcil hayvanınızın abdomen (karın bölgesi) radyografilerini (röntgenlerini) ve/veya ultrasonunu ve/veya bağırsak biyopsilerini içerebilir. Bu testler evcil hayvanınızın gastrointestinal belirtilerinin altında yatan nedenin hekiminiz tarafından anlaşılmasına yardımcı olabilir. Sızdıran bağırsak sendromu nasıl tedavi edilir? Sızıntılı bağırsak sendromunun tedavisi, bağırsakların bariyer fonksiyonunu eski haline getirmek için bağırsak iltihabının azaltılmasına odaklanır. Çoğu durumda, altta yatan nedenin tanısı gerekli tedaviyi belirler. Ancak kesin tanının konulamadığı durumlarda önerilebilecek bazı tedaviler vardır. "Sızdıran bağırsak sendromunun tedavisi, bağırsakların bariyer fonksiyonunu eski haline getirmek için bağırsak iltihabının azaltılmasına odaklanıyor." İlk olarak, köpeğinizin diyetinden tüm alerjenler veya potansiyel toksinler çıkarılmalıdır. Geçmişte Veteriner hekiminizin yönlendirdiği bir gıda denemesi kullanılarak gıda alerjisi kesin olarak dışlanmadığı sürece, evcil hayvanınızın hipoalerjenik bir diyete geçirilmesi gerekir. Steroid olmayan antiinflamatuar ilaçlar gibi bağırsak iltihabına neden olma potansiyeli olan ilaçlar mümkünse kesilmelidir. Evcil hayvanınızın artrit veya başka bir durumdan dolayı ağrısı varsa, evcil hayvanınızın rahatsızlığını gidermek için diğer seçenekler üzerinde durulabilir. Köpeğinizin normal bağırsak bakteri florasını eski haline getirmek için probiyotikler önerilebilir. Veteriner hekiminiz evcil hayvanınız için en iyi probiyotiği belirlemenize yardımcı olacaktır. Son olarak bağırsak hasarını tedavi etmek için ek ilaçlar verilebilir. Bağırsak sağlığını geliştirmek ve normal bağırsak fonksiyonunun yeniden sağlanmasına yardımcı olmak için antioksidanlar, yağ asidi takviyeleri, lif takviyeleri ve diğer ilaçlar kullanılabilir.
Lenfoma, lenf düğümlerinin ve lenfatik sistemin kanseridir. Bu kanser belirli bir bölgede lokalize olabilir veya tüm vücuda yayılabilir. Lenfatik sistem, lenf düğümlerini, dalak ve bademcikler gibi özel lenfatik organları ve lenfatik damarları içerir. Lenfatik sistem bu bileşenleri ile, vücutta sıvıların ve diğer maddelerin hareketi dahil olmak üzere vücutta bir dizi önemli rol üstlenir ve ayrıca toksinlere veya enfeksiyonlara yanıt olarak bağışıklık işlevlerini yerine getirir. Köpeklerde lenfoma yaygın mıdır? Lenfoma, köpeklerde, kanser teşhislerinin %15-20'sini oluşturan nispeten yaygın bir kanserdir. Orta yaşlı ve yaşlı köpeklerde en yaygın olan kanser türüdür ve bazı ırklar bu türe yatkındır. Golden Retrieverlar, Boxer, Bullmastiffler, Basset Hounds, Saint Bernardlar, İskoç Teriyerleri, Airedale Teriyerleri ve Bulldoglar lenfoma geliştirme riskini taşırlar. Bu, doğrulanmamış olmasına rağmen, lenfomada genetik bir bileşen olabileceğini düşündürmektedir. Köpeklerde şiddeti ve prognozu değişen dört farklı lenfoma türü vardır. 1. Çok merkezli (sistemik) lenfoma; bu, en yaygın köpek lenfoması türüdür. Çok merkezli lenfoma, köpeklerdeki lenfoma vakalarının yaklaşık %80-85'ini oluşturur. Çok merkezli lenfomada, vücuttaki lenf düğümleri etkilenir. 2. Alimenter(sindirim) lenfoma; bu terim, gastrointestinal sistemi etkileyen lenfomayı tanımlamak için kullanılır. Alimenter lenfoma ikinci en yaygın lenfoma türüdür. 3. Mediastinal lenfoma; bu nadir lenfoma formunda göğüsteki lenfoid organlar (lenf düğümleri veya timus gibi) etkilenir. 4. Ekstranodal lenfoma; bu tip lenfoma, lenfatik sistemin dışında belirli bir organı hedefler. Ekstranodal lenfoma nadirdir, ancak ciltte, gözlerde, böbrekte, akciğerde veya sinir sisteminde gelişebilir. Lenfomanın klinik belirtileri nelerdir? Çok merkezli (sistemik) lenfomalı köpeklerde, lenfomanın ilk belirtisi lenf düğümlerinin şişmesidir. Boyun, göğüs, koltuk altı, kasık ve dizlerin arkasında bulunan lenf düğümleri genellikle en görünür ve gözlemlenmesi en kolay olanlardır. Bu lenf düğümlerinin şişmesi, köpeğin sahibi tarafından veya ilk olarak rutin bir fizik muayenede veteriner hekim tarafından fark edilebilir. Bu köpeklerin çoğunda, teşhis sırasında herhangi bir klinik hastalık belirtisi görülmez, ancak tedavi edilmezse kilo kaybı ve uyuşukluk gibi belirtiler geliştirmeye devam ederler. Diğer, daha az yaygın lenfoma formlarında, klinik belirtiler etkilenen organa bağlıdır. Alimenter lenfoma gastrointestinal lezyonlara neden olarak kusma, ishal ve kilo kaybına neden olur. Mediastinal lenfoma, göğüs içinde göğüs boşluğunda yer kaplayan ve genellikle öksürük ve nefes darlığı ile sonuçlanan lezyonlar oluşturur. Ekstranodal lenfomanın etkileri, tutulan organa bağlı olarak önemli ölçüde değişir. Lenfoma nasıl teşhis edilir? Büyümüş lenf düğümleri olan tüm köpeklerde lenfoma yoktur. Büyümüş lenf düğümleri, enfeksiyonlar veya otoimmün hastalıklar nedeniyle de oluşabilir, bu nedenle veteriner hekiminiz köpeğinizin klinik belirtilerinin nedenini belirlemek için testler yapacaktır. Lenfoma tanısında kullanılan en yaygın test ince iğne aspirasyonudur. Bu testte büyümüş bir lenf düğümünden (veya başka bir organdan) ince bir iğne ile örnek hücreler alınır. Bu hücreler daha sonra mikroskop altında incelenir ve lenfomayı gösteren kanserli hücrelerin kanıtları varsa aranır. "Lenfoma tanısında kullanılan en yaygın test ince iğne aspirasyonudur." İnce iğne aspirasyonu sonuçsuzsa veya lezyonun konumu nedeniyle yapılması pratik değilse, bu kez biyopsi yapılabilir. Biyopsi, bir doku örneğinin lenf düğümünden veya lezyondan cerrahi olarak çıkarılmasını içerir. Bu örnek işlenecek ve mikroskop altında incelenerek lenfoma varlığı aranacaktır. Veteriner hekiminiz ayrıca bu durumdaki hastanın (köpeğinizin) genel sağlığını değerlendirmek için temel tarama amaçlı kan tahlilleri yapacaktır. Bu kan çalışmasının iki bileşeni vardır. Tam bir kan hücresi sayımı, köpeğinizin kanındaki hücre tiplerinin incelenmesini, kırmızı kan hücrelerinin, beyaz kan hücrelerinin ve trombositlerin miktarlarının değerlendirilmesini içerir. Köpeğinizin iç organlarının işlevini değerlendirmek için bir serum biyokimyası kullanılır. Köpeğinize şayet lenfoma teşhisi konulursa, veteriner hekiminiz lenfoma hakkında daha fazla bilgi edinmek ve bir tedavi planı geliştirmek için ek testler isteyebilir. Bu ek testler şunları içerebilir: İmmünohistokimya; Bu test, iki farklı lenfoma tipini ayırt etmek için özel boyalar kullanır: B hücreli lenfoma ve T hücreli lenfoma. Köpeğinizin lenfomasının B hücreli mi yoksa T hücreli lenfoma mı olduğunu belirlemek, prognozla ilgili bilgi sağlayabilir. Akış sitometrisi; bu, B hücresini T hücreli lenfomadan ayırt etmek için kullanılabilecek başka bir testtir. Ayrıca köpeğinizin lenfoma derecesini belirlemek için ek testler de önerilmektedir. En yaygın olarak röntgen veya ultrason gibi görüntüleme yapılmakta ve sonuçlar değerlendirilmektedir. Lenfomanın beş aşaması vardır. Evre I ve II köpeklerde nadiren görülürken, Evre III-V daha yaygındır. Evre I: sadece tek bir lenf düğümünü içerir. Evre II: diyaframın sadece bir tarafındaki lenf düğümlerini içerir (sadece vücudun önünü veya arkasını etkiler). Evre III: generalize lenf nodu tutulumu gözlemlenir. Evre IV: karaciğer ve/veya dalağı içerir. Evre V: kemik iliği, sinir sistemi veya diğer olağandışı yerleri içerir. Lenfoma nasıl tedavi edilir? Lenfoma kemoterapi ile tedavi edilir. Kullanılan çeşitli prosedürler vardır, ancak çoğu haftalık olarak verilen çeşitli enjeksiyonlardan oluşur. Neyse ki köpekler kemoterapiyi insanlardan daha iyi tolere etme eğilimindedir; kemoterapi sırasında nadiren tüylerini kaybederler veya biraz hasta gibi görünürler. Kemoterapinin en yaygın yan etkileri arasında kusma, ishal ve iştah azalması yer alır, ancak bu etkiler tüm köpeklerde görülmez. Kemoterapi seansları öncesinde yapılan kan testleri ile hastanın bağışıklık sistemi (kan sayımı) kontrol edilir ve uygun dozlarda tedavi gerçekleştirilir veya hastanın durumuna göre ertelemeye gidilir ve bu arada uygun tedavi ile hasta seansa hazır hale getirilmeye çalışılır. Düşük dereceli lokalize lenfomanın belirli türleri için cerrahi ve/veya radyasyon uygun olabilir, ancak çoğu vaka cerrahi veya radyasyonla başarılı bir şekilde tedavi edilemez. Hasta faktörleri veya sahibinin mali kısıtlamaları nedeniyle kemoterapi bir seçenek değilse, palyatif tedavi önerilebilir. Palyatif tedavi lenfomayı tam olarak tedavi etmese de klinik belirtilerde geçici bir azalma sağlayabilir ve hastayı bir süre rahatlatır. Lenfoma için prognoz nedir? Lenfoma prognozu, yalnızca özel testler ile belirlenebilen çeşitli özelliklere bağlı olarak değişir. Ortalama olarak, tedavi almayan (veya tek başına prednizon ile tedavi edilen) köpeklerin beklenen hayatta kalma süresi 4-6 haftadır. "Kemoterapi ile ortalama remisyon 8-9 aydır, kemoterapi ile ortalama hayatta kalma süresi yaklaşık bir yıldır." Kemoterapi ile lenfoma sıklıkla remisyona sokulabilir. Lenfoma hiçbir zaman tam anlamıyla "iyileşmemiş" olsa da remisyon, tüm lenfoma belirtilerinin geçici olarak çözülmesini tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Yine, ortalama verilere göre bazı köpekler daha az yaşarken bazı köpekler bir yıldan fazla yaşayabilir. Veteriner hekiminiz, lenfomayı daha iyi karakterize etmek için ek testler uygular ve evcil hayvanınızın prognozu hakkında daha spesifik bilgiler sağlayabilir. Hastalıkların tanısı ve tedavisi veteriner hekimlik alanında gelişen ve yenilenen imkanlarla daha hızlı olup bu makale de sadece genel bir tanımlama yapılmaya çalışılmıştır. Makalenin amacı umutsuzluk değil umudu taze tutmaya yönelik farkındalık yaratmaktır. Hayvan sahipleri ve veteriner hekim olarak görevimiz onlar için en iyisini yapmaya çalışmak ve düzenli olarak medikal taramalarının ve muayenelerinin senede en az iki kez yapılmasını sağlamaktır.
Havaların ısınmaya başlaması ile beraber alerjik deri sorunları ile kliniklere başvuran köpeklerin sayısı ve hayvan sahiplerimizin şikayetleri artarak devam edecektir. Bu makalede basit olarak alerjik dermatitler ile ilgili bazı terimleri açıklamak, buzdağının altında neler olabileceği sizlerle paylaşılmak istenmiş ve sorunların önlenmesinde izlenecek yollar hakkında küçük ipuçları paylaşılmıştır. Alerjenlere en yaygın olarak nazal semptomlar ve/veya kurdeşen ile tepki veren insanların aksine, köpekler deri ve/veya gastrointestinal problemlerle tepki verirler. Bunun nedeni, köpeklerin derisinde alerjik bir tehdit karşısında histamin ve diğer vazoaktif maddeleri serbest bırakan mast hücrelerinin daha yüksek oranda bulunmasıdır. Alerjik yanıtlar; zayıf ve seyrek tüy dokusunun yanısıra kaşıntılara, tüyleri ağzına alıp çiğnemeye, aşırı yalamaya, aniden oluşan ıslak ağrılı deri lezyonlarına (hot spot / ıslak dermatit) veya mide-bağırsak rahatsızlıklarına, ishal ve gaz oluşumuna kadar değişen belirtilere yol açabilir. Alerjiler kronik kulak enfeksiyonlarını oluşturan nedenlerin arasında rol oynayabilir. Köpeklerde alerjik dermatitlerin en yaygın nedenleri pire alerjisi, gıda alerjisi, inhalasyon veya temas alerjisi (kontakt dermatit) atopi ve cildin normal bakteri florasına karşı gelişen alerjidir. Bu tarz alerjenlerin varlığından kaynaklanan sorunların yanısıra tiroid hastalığı da tabloya eşlik eden diğer bir faktör olarak tespit edilebilir. Böyle durumlarda durumun kontrol alınmasında daha farklı yaklaşımlar söz konusu olur. Bu konu burada irdelenmeyecektir. Atopik Dermatit Köpek atopik dermatitini (alerjik dermatit, köpek atopisi) tanımlamak gerekirse "aslında zararsız olan bir maddeye, bir “alerjene” tekrar tekrar maruz kalmayı takiben alerjik semptomlar geliştirmeye yönelik kalıtsal bir yatkınlıktır" diyebiliriz. Bu durumdaki köpekler alerji belirtilerini 1 ila 3 yaş arasında göstermeye başlar. Hastalığın kalıtsal doğası nedeniyle bazı ırklar daha yatkındır ve yurt dışında yapılan çalışmalarda Golden Retriever, çoğu Terier, İrlanda Setter, Lhasa Apsos, Dalmaçyalılar, Bulldoglar ve İngiliz Çoban köpekleri de dahil olmak üzere çeşitli ırklar daha yaygın olarak atopik yapıda bulunmuş olup, yaşadığımız coğrafyada klinik belirti gösteren ırklar benzer olsa da, tam olarak bir ırk yatkınlığını gösteren çalışma yoktur. Genel olarak melez köpekler de dahil olmak üzere birçok köpek atopik olabilir diyebiliriz. Atopik dermatitli hayvanlar genellikle ayaklarını, gövdelerinin yanlarını, kulaklarını, koltuk altlarını veya kasıklarını sürter, yalar, çiğner, ısırır veya kaşıyarak düzensiz veya parça parça tüy dökülmesine ve derinin kızarmasına ve kalınlaşmasına neden olurlar. Bu tür köpeklerde deri kuru ve kepekli veya yağlı bir yapıda da olabilir. Köpekler yüzlerini halıya sürtebilirler; kulak uçları kırmızı ve sıcak olabilir. Kulağın salgı üreten bezleri alerjiye yanıt olarak aşırı salgı ürettiği için kulakta biriken aşırı sebum niteliğindeki kir nedeni ile kulakta bakteriyel ve maya (Malassezia) enfeksiyonlarının gelişme oranları yüksektir. İnhalasyon ve Kontakt Alerjileri Köpeklerde alerjik reaksiyona neden olabilen maddeler, çimenlerin, ağaçların ve yabani otların polenleri, toz akarları ve küfler dahil insanlarda reaksiyona neden olan maddelerle hemen hemen aynıdır. Bu alerjileri teşhis etmenin bir yolu, reaksiyonun zamanlamasına bakmaktır. Yıl boyunca oluyor mu? Bu küf veya toz olabilir. Reaksiyon mevsimsel ise, polenler alerjik belirtilerin sebepleri olabilir. Gıda Alerjisi Pek çok insan, köpeğinin kaşınmasının nedeni olarak gıda alerjilerinden şüphelenmez, çünkü evcil hayvanları tüm hayatı boyunca aynı mamayla beslenmiştir ve yakın zamanda belirtiler göstermeye başlamıştır. Ancak, hayvanlar zamanla bir maddeye karşı alerji geliştirebilir, bu nedenle bu görüş olası bir gıda alerjisini dışlamamalıdır. Diğer bir yaygın yanılgı, köpeklerin yalnızca kalitesiz yiyeceklere duyarlı olduklarıdır. Köpeğin bir bileşene alerjisi varsa, bunun birinci sınıf mamada mı yoksa piyasadaki en ucuz markada mı olduğu önemli değildir. Birinci sınıf Premium gıdaların bir avantajı, genellikle alerjik reaksiyonlara neden olan yaygın katkı maddelerinden kaçınmalarıdır. Ayrıca evden verilen bazı gıdalar ve ödüllerin de alerjinin kaynağında yer alabileceği de unutulmamalıdır. Pire alerjisi Bu tip reaksiyon genellikle pirenin kendisine değil, tükürüğündeki proteinlere yöneliktir. İlginçtir ki, bu soruna en yatkın köpekler, sürekli pire basan köpekler değil, sadece ara sıra maruz kalan köpeklerdir! Tek bir ısırık, beş ila yedi gün boyunca reaksiyona neden olabilir, bu nedenle köpeğinizin alerjik reaksiyon göstermesi için çok fazla pireye ihtiyacı yoktur. Stafilokok Aşırı Duyarlılığı Bakteriyel aşırı duyarlılık, “bir köpeğin bağışıklık sistemi cildindeki normal Staphylococcus (Staph) bakterilerine aşırı tepki verdiğinde” ortaya çıkar. Hipotiroidizm, inhalan alerjisi ve/veya pire alerjisi gibi diğer koşulların aynı anda mevcut olması durumunda, köpekte bakteriyel aşırı duyarlılığın ortaya çıkma olasılığının daha yüksek olduğu görülmektedir. Bakteriyel aşırı duyarlılık, bakteri kültürü ve biyopsi örneğinin incelenmesi yoluyla teşhis edilir. Alerjik Hastalıklarda Teşhis Öncelikle kaşıntı ile kliniğe başvuran köpeklerin bir değerlendirmesinin yapılabilmesi için iyi bir hasta öyküsü alınmalıdır. Daha sonra oluşturulacak ayırıcı tanı listesine göre bazı diagnostik tarama testleri yapılır. Tüy ve derinin ayrıntılı ve sistematik bir şekilde incelenmesi gerekir. Deriden alınan kazıntı örneğinin incelenmesi, kıl örneğinin mikroskop altında özel sıvılarla incelenmesi, bazı durumlarda deriden sitoloji ve biyopsi yapılması gereken adımlardır. Bu sıkıntı veren semptomların üstesinden gelmek için kapsamlı ve sistematik bir yaklaşımda bulunarak sorunun çözümüne odaklanılmalıdır. Kısa yollar genellikle sonuç vermez ve sadece hayvan sahibin hayal kırıklığına uğramasına neden olur. Ayrıca hastaların sorunlarının artararak devam etmesine ve daha karmaşık bir hale gelmesine neden olur. Deride alerjik reaksiyona eşlik eden sekonder etkenlerin tespit veya ekarte edilmesi (bakteri, mantar, maya gibi) tedavinin ve mücadelenin gövdesini oluşturur. Alerji testlerini, orta ve şiddetli alerjiden muzdarip köpekler için iyi bir teşhis aracı olarak kabul eden yaklaşımlar ve görüşler vardır. Birkaç farklı test yöntemi mevcuttur. En yaygın olanı, köpeğin kanında antijen kaynaklı antikorları kontrol eden bir kan testidir. Deri içi alerji testi de yapılabilir. Bu test yönteminde, köpeğin derisinin traş edilmiş bir kısmına az miktarda antijen enjekte edilir. Bu, belirli bir düzende ve sırayla yapılır, böylece köpek küçük bir yüksek reaksiyon gösterirse, rahatsız edici antijen tanımlanabilir. Bir süre (saat) sonra, eğer varsa hangi antijenlerin reaksiyon oluşturduğunu tespit etmek için tıraş edilen alan incelenir. Alerjik hayvan için özel bir tedavi geliştirmek için alerji testi yapılacaksa, bu tedavinin uygulanacağı hastanın dikkatle seçilmesi ve karar verici hekimin de bu konuda tecrübeli olması oldukça önemlidir. Tedavi İlaçlı Banyolar Birçok ilaçlı şampuanın içinde yaralı cildi yatıştırmayı ve iltihabı sakinleştirmeyi amaçlayan bileşikler bulunur. Ek olarak, köpeğin sık sık yıkanması (haftada bir ila iki haftada bir) tüylerindeki alerjenleri temizleyebilir ve bu da cilt alerjisi alevlenmelerinin bastırılmasına katkıda bulunabilir. Önerdiğimiz ilaçlı banyolar, aslında antimikrobiyal ve antifungal ajanların yanı sıra, cildi kurutmadan daha sık yıkanmasını sağlayan bileşenler içeren banyolardır. Daha sonra durulama uygulaması da cildin ve tüylerin kurumasını önlemeye yardımcı olur. Pire Kontrolü Ekto paraziter kontrol tüm kedi ve köpeklerde rutin olarak yapılmalı, alerjik sorunu olan bireylerde ise çok katı bir pire kontrol rejimi uygulanmalıdır. Pire koruması düzenli olarak yapılmayan bireylerde diğer alerjenlerin varlığını aramak dereye paçaları sıvamadan girmeye benzetilebilir. Ülkemizin bulunduğu enlem ve boylam ve küresel ısınmanın etkisi nedeniyle, ülkemiz subtropik kuşakta yer almakta olup, yıl boyu parazit kontrolünün yapılmasının zaruri olduğu bir gerçektir. En iyi ekto paraziter kontrol veteriner hekiminiz tarafından sizlere önerilen lisanlı ürünler ile, çevre sağlığı ve hayvan sağlığı güvenli bir şekilde korunarak yapılmalıdır. Nutrasötikler Omega-3 ve Omega-6 esansiyel yağ asidi takviyeleri, cildin genel sağlığını iyileştirerek çalışır. Bu yağ asitleri, doğal anti-inflamatuar ve anti-oksidatif maddelerdir. Alerjik köpeklerin %20'sinde iyileşmeye yardımcı oldukları bilinmektedir. Kendi deneyimlerimiz bu oranın biraz daha yüksek olduğunu göstermektedir. Omega-3 yağ asitleri balık yağlarında bulunur ve omega-6 yağ asitleri gama-linolenik asit (GLA) içeren bitkilerden elde edilir. Bu takviyeler de 3:6 oranı ve kullanılan ürünün biyoyararlılık düzeyi kullanılan ürün seçiminde oldukça önemlidir. Hipoalerjenik Diyetler Alerjiler, yabancı proteine maruz kalma yoluyla gelişir, bu nedenle çoğu hipoalerjenik diyet, köpeğinizin daha önce hiç sahip olmadığı proteinleri ve karbonhidratları içerir. Köpeklerdeki gıda alerjilerinin %80'inden süt ürünleri, sığır eti ve buğday sorumlu olduğundan, bu maddelerden kaçınılarak hazırlanan diyetler gıda alerjilerinin kontrol altına alınmasında tercih edilebilir. Tek tip protein ve karbonhidrat kullanarak hazırlanmış olan hipoalerjenik diyetlerde kullanılan yeni protein kaynakları arasında geyik eti, yumurta, ördek, kanguru ve genellikle evcil hayvan mamalarında bulunmayan balık türleri bulunur. Karbonhidrat kaynakları arasında patates, bezelye, tatlı patates ve konserve balkabağı bulunur. Gıda alerjilerinin tespitinde ve eleminasyon periyodunda kullanılan diyetlerin arasında daha fazla tercih edilen tür ise, hidrolize edilmiş proteinlerin kullanıldığı diyetlerdir. Hidrolize protein diyetleri, protein kaynağının sentetik olarak küçük parçalara indirgendiği diyetlerdir. Hidrolize bir protein kaynağı ile beslemenin ardındaki teori, mamadaki proteinlerin, alerjik köpeğin bağışıklık sisteminin protein parçalarını tanımayacağı ve alerjiye neden olacak bir bağışıklık tepkisi oluşturmayacağı kadar küçük olması gerektiğidir. Gıda alerjisi olan evcil hayvanların çoğu, hipoalerjenik bir diyete geçtiğinde iyi tepki verir, ancak bazen bir hayvan o kadar aşırı alerjiden muzdariptir ki, tek seçenek ev yapımı bir diyettir. Bu durumda, diyet bir veteriner hekiminiz yardımı ile özelleştirilmelidir. Çevresel Kontrol Köpeğinizin hangi maddelere alerjisi olduğunu biliyorsanız, kaçınmak en iyi kontrol yöntemidir. Köpeği alerji aşılarıyla duyarsızlaştırıyor olsanız bile, alerjenden tamamen kaçınmak en iyisidir. Küfler, bir nem alma cihazı kullanarak veya ev bitkilerinde açıkta kalan toprağın üzerine aktif kömür koyarak azaltılabilir. Tozlar ve polenler en iyi şekilde HEPA filtreli bir hava temizleyici kullanılarak kontrol edilir. Pencereler kapalı tutulduğu için klima, havadaki alerjenlerin dolaşımdaki miktarlarını da azaltabilir. Bu tip alerjik sorunların kontrol altına alınması tamamen detaylı bir muayene ve tetkikler sonucu hastanın ihtiyacına özel olarak hazırlanmış bir reçete ve yaşam düzenlenmesi ile olur. Bu makalede sadece çok yüzeysel olarak genel ifadelerle konuya bir giriş yapılmak ve farkındalık yaratmak hedeflenmiştir. Atopi başta olmak üzere alerjik köpeklerin başarılı bir şekilde yönetimi bazen karmaşık ve yorucu olabilir, vakaların çoğunda alerjik alevlenmeleri kontrol etmek için çok modlu yönetim gereklidir. Atopi gibi genetik yatkınlığa dayanan hastalıklarda tam tedavi mümkün olmaz ancak belirtilerin kontrol altına alınması ve alevlenmelerin şiddetinin azaltılması büyük başarı olarak görülmektedir. Veteriner hekim ve evcil hayvan sahibinin uyumu, tüylü dostumuzun sağlığı, takibi ve bakımı için esastır.
Leishmaniasis, dünyanın birçok yerinde, en yaygın olarak kırsal alanlarda köpeklerde ve bazı kemirgenlerde bulunan bir protozoon parazitinin neden olduğu bir hastalıktır. Ülkemizde yapılan yayınlarda araştırmacıların değişik oranlarda leishmania olgularına başta Akdeniz bölgesi olmak üzere rastlandığı bildirilmiş olup, ülkemizde Leishmaniasis endemik olarak görülmektedir. "Parazit, ısıran küçük bir kum sineği tarafından bulaşır." Parazit küçük bir kum sineği tarafından bulaşır ve önemli bir hastalıktır çünkü insanlar da Leishmaniasis'e yakalanabilir. Leishmaniasis, bir veya iki tür enfeksiyona, kutanöz veya cilt enfeksiyonuna ve iç organ veya organ enfeksiyonuna neden olabilir. Leishmaniasis, Akdeniz, Güney ve Orta Amerika ve güney Meksika'da yaygındır. Ülkemizde de yaygın olarak görülmektedir. Leishmaniasis'in klinik belirtileri nelerdir? Hemen hemen tüm köpekler hastalığın iç organları enfekte eden formunu geliştirecektir. Ayrıca köpeklerin %90'ında deri tutulumu da olacaktır. Viseral formla (iç organ formu) ilişkili klinik belirtiler arasında ateş, anoreksi (iştahsızlık), halsizlik, egzersiz intoleransı, şiddetli kilo kaybı, ishal, kusma, burun kanaması ve dışkıda kan (genellikle koyu renkli, katranlı dışkı olarak görülür) bulunur (melena). Köpeklerin yaklaşık üçte biri şişmiş lenf düğümleri ve genişlemiş bir dalak geliştirecek ve böbrek yetmezliğine yakalanacaktır. Kas ağrısı, eklem iltihabı ve testislerin şişmesi de görülebilir. Kutanöz formun (deri formu) klinik belirtileri, en yaygın olarak, hiperkeratoz adı verilen burun üstü ve ayak pedlerindeki dokuların kalınlaşması ve sertleşmesini içerir. Birçok köpek, hastalık ilerledikçe bu dokuların pigmentini veya koyu rengini kaybeder. Deride nodüller veya sert topaklar oluşabilir ve tüyler genellikle donuk ve kırılgan görünür ve saç dökülmesi alanları bulunur. Deri formu daha çok kedileri etkiler. Leishmaniasis, tıbbi öyküde, özellikle endemik leishmaniasisli bir bölgeye yapılan son seyahatlerde ve klinik belirtilerde teşhis edilir. Kan ve idrar testleri genellikle doku biyopsileri ile birlikte yapılır. Bazen organizma, lenf düğümlerinin aspiratlarında veya cilt lezyonlarından yapılan yaymalarda bulunabilir, ancak bunlar çok hassas değildir. PCR adı verilen bir kan testi, kliniklerde veya laboratuvarlarda yapılabilir. Bu test, %100 olmasa da en iyi leishmaniasis teşhisi şansına sahiptir. Genel kan testleri, belirli organlar etkilenirse değişiklikleri yansıtabilir. Herhangi bir tedavi var mı? Tedavi klinik tabloya göre değişiklik gösterebilir. Örneğin, bazı köpekler enfektedir ancak asemptomatiktir ve her zaman tedavi gerektirmez. Bununla birlikte, çoğu köpek ilaca ihtiyaç duyacaktır ve bu muhtemelen iki ilacın (allopurinol ve miltefosin veya allopurinol ve meglumin antimoniat) bir kombinasyonu olacaktır. Çoğu durumda allopurinol, belirtiler düzelene ve kan testleri normale dönene kadar birkaç ay devam edecektir. Ne yazık ki, tedavi tam olarak kalıcı iyileşme sağlamaz ve köpek kalıcı olarak enfekte olmaya devam edecektir, bu nedenle ilacı bıraktıktan sonra nüksetmeler yaygındır. Leishmanisisden korunma, en iyi seçenektir. Tatarcıkları kovmak ve parazitin bulaşmasını önlemek için anti paraziter damlalar ve tasmalar düzenli olarak kullanılmalıdır. Evcil hayvanınız için en iyi ürünün ne olacağı konusunda veteriner hekiminiz size tavsiyede bulunacaktır. Bu ürünleri doğru uygulanmalı ve uygulama sıklığı ile ilgili talimatlara uyulmalıdır. Tatarcıklara (Leishmania bulaştıran böcekler) maruz kalmaktan kaçınmak, enfeksiyonu önlemenin en etkili yoludur. Kum sinekleri alacakaranlıkta daha aktiftir - bu nedenle bu saatte köpeğinizi dışarı çıkarmaktan kaçınmalı ve geceleri köpeğinizi içeride tutmalısınız.
Ehrlichiosis, genellikle kahverengi köpek kenesi tarafından taşınan, kene kaynaklı bir köpek hastalığıdır. Bu hastalıktan sorumlu etken, bir riketsiya organizmasıdır. Ricketsiya, bakterilere benzer. Ehrlichia canis, köpeklerde ehrlichiosis ile ilgili en yaygın riketsiya türüdür, ancak bazen organizmanın diğer suşları da bulunabilir. Her yaş ve cinste keneye maruz kalan köpeklerde enfeksiyon gelişebilse de bazı köpek ırkları (Alman çoban) enfeksiyona daha duyarlı olup şiddetli enfeksiyonlara yakalanabilirler. Bir köpeğe Ehrlichia nasıl bulaşır? Ehrlichiosis, köpeklerde enfekte bir kene tarafından ısırıldıktan sonra gelişen bir hastalıktır. Ülkemizde ve dünyanın değişik bölgelerinde etkenin yaygınlığı hakkında yapılan çalışmalarda öncelikle tropik ve subtropik bölgelerde görülen hastalığın, artık küresel ısınma ile şu an her bölgede yaygın bulunduğu belgelenmiştir. Kahverengi köpek kenesi, doğada Ehrlichia organizmasının ana taşıyıcısıdır. Diğer kene türlerinin de hastalığı köpeklere bulaştırdığı ve Ehrlichia'nın diğer alt türlerini taşıyabileceği gösterilmiştir. Ehrlichiosis belirtileri nelerdir? Ehrlichiosis belirtileri üç aşamaya ayrılabilir: akut (erken hastalık), subklinik (dıştan hastalık belirtisi yok) ve klinik veya kronik (uzun süreli enfeksiyon). Ehrlichiosis'in yaygın olduğu bölgelerde akut fazda birçok köpek görülür. Bu aşamada, enfekte köpeklerde; ateş, şişmiş lenf düğümleri, solunum sıkıntısı, kilo kaybı, kanama bozuklukları (spontan kanama) ve bazen nörolojik rahatsızlıklar (dengesiz görünebilir veya menenjit gelişebilir) olabilir. Bu aşama iki ila dört hafta sürebilir ve bazı köpekler enfeksiyonu ortadan kaldırabilir veya subklinik (klinik belirtisi olmayan dönem) aşamaya geçebilir. Subklinik faz, organizmanın mevcut olduğu ancak herhangi bir dış hastalık belirtisine neden olmadığı enfeksiyon aşamasını temsil eder. Bazen bir köpek, sahibi enfeksiyonun farkında olmadan akut fazdan bu faza geçebilir. Bu köpekler de ancak laboratuvar düzeyinde gözlemlenen değişiklikler görülebilirken, belirgin bir hastalık belirtisi göstermeyebilirler. Subklinik faz, klinik belirtiler olmadığı ve bu nedenle hastalık tespit edilemediği için genellikle en kötü faz olarak kabul edilir. Subklinik olarak enfekte olan köpekler, organizmaları ortadan kaldırabilir veya bir sonraki aşama olan klinik ehrlichiosis'e ilerleyebilir. Klinik ehrlichiosis, bağışıklık sisteminin organizmayı ortadan kaldıramaması nedeniyle oluşur. Köpeklerin bir dizi problem geliştirmesi muhtemeldir: anemi, kanama atakları, topallık, göz problemleri (gözlere kanama veya körlük dahil), nörolojik problemler ve şişmiş uzuvlar. Kemik iliği (kan hücresi üretim yeri) etkilenirse köpek, yaşamı sürdürmek için gerekli olan kan hücrelerinden (kırmızı kan hücreleri, beyaz kan hücreleri ve trombositler) hiçbirini üretemez hale gelir. Ehrlichiosis nasıl teşhis edilir? Enfeksiyonun çok erken evrelerinde enfekte köpekleri teşhis etmek zor olabilir. Bağışıklık sisteminin organizmanın varlığına tepki vermesi ve antikor geliştirmesi genellikle iki ila üç hafta sürer. E. canis'e karşı antikorların varlığı, en yaygın teşhis testlerinin temeli olduğundan, köpekler enfeksiyonun erken evreleri ile enfekte olabilir, ancak test sonucu negatif olabilir. Birkaç hafta sonra yapılan testler, antikorların varlığını ortaya çıkaracak ve tanının doğrulanmasını mümkün kılacaktır. Veteriner hekiminiz, köpeğinizin hastalığa maruz kalıp kalmadığını görmek için özel bir test kiti kullanarak klinikte bir tarama testi yapabilir. Veteriner hekiminiz, köpeğinize bulaşan Ehrlichia'nın şiddetini veya türünü belirlemek için ELISA (enzime bağlı immünosorbent testi) veya IFA (dolaylı floresan antikor) testleri kullanabilir. Nadiren organizmanın kendisi, kan yaymalarında veya lenf düğümleri, dalak ve akciğerlerden alınan hücre örneklerinde görülebilir. Bu çok nadir bir bulgudur. Bu nedenle, uygun klinik belirtilerle birlikte antikorların saptanması, birincil tanı kriterleridir. Tam kan hücresi sayımı ve biyokimyasal değerleri içeren temel kan testleri de yapılmalıdır. Düşük trombosit sayısı (trombositopeni olarak adlandırılır), anemi (düşük kırmızı kan hücresi sayısı) ve/veya kanda yüksek protein globulin seviyeleri kan sonuçları arasında bulunabilir. Daha yeni bir test, bir PCR testi, bazı veteriner kliniklerinde ve/veya laboratuvarlarda kullanıma sunulmaktadır. Bir köpeğin ehrlichiosis olduğundan şüpheleniliyorsa, bu test de düşünülmelidir. Ehrlichiosis nasıl tedavi edilir? Şiddetli anemi veya kanama sorunları yaşayan köpeklerde kan nakli gerekebilir. Bununla birlikte, kan nakli ile altta yatan hastalığı tedavi edemeyiz. Kan nakli ile köpeğe tedavi imkanı sağlamak için gerekli zamanı kazanabiliriz. Tedavide bu etkene uygun bir antibiyotik kullanılır. Bu tedavilerde antibiyotiklerin uzun bir süre (4 hafta kadar) etkin dozda oral yolla kullanılması gerekir. Veteriner hekim tarafından tedavi uygun şekilde planlanacaktır. Ehrlichiosis'i önlemek için herhangi bir şey yapılabilir mi? Köpeğinizin bulunduğu çevrenin mutlaka kenelerden temizlenmesi ve ayrıca köpeğinize düzenli olarak yılın her ayını kapsayan çok sıkı bir protokolle pire ve kene önleyici ilaçlar uygulamak en etkili korunma yöntemidir. Etkin pire kene kontrolünün yapılmadığı ve teşhis edilmediği takirde ciddi sağlık sorunlarına ve ölümlere yol açan bu tarz hastalıklara karşı bilinçli olmak, pire ve kene korumasını düzenli ve aksatmadan yapmak, köpeğimizi korumak bir hayvan sahibi olarak en önemli sorumluluklarımızın arasında yer alırken senede en az bir kere rutin sağlık taramaları sırasında riketsiyal kan tarama testleri yaptırmak ta önerilen koruyucu hekimlik uygulamaları arasında yer almaktadır. Korumada topikal seçeneklerin yanısıra ( bir ay etkili) ağızdan çiğnenebilir tabletler ( 1-3 ay etkili) ve tasmalar(koruma süreli 7 ay kadar) korunma seçenekler arasında bulunur. Veteriner hekiminiz, köpeğiniz için hangi koruyucunun doğru olduğunu belirlemenize yardımcı olacaktır. Önemli olan hastalığı tedavi etmeye çalışmaktan ziyade etkenin keneler ile köpeğe bulaşmasının önlenmesidir. Geç kalınmış bir teşhisde tedavi maalesef her zaman mümkün olmamaktadır. Köpeğimden ehrlichiosis kapabilir miyim? Hayır. Bununla birlikte, insanlar kene ısırıklarından köpek ehrlichiosisi alabilir. Hastalık sadece kenelerin ısırmasıyla bulaşır. Bu nedenle, hastalık doğrudan köpeklerden insanlara bulaşmasa da, enfekte köpekler, bölgede enfekte kenelerin varlığını gösteren bir uyarıdır.
Aura, 2 yaşında, sahipleri tarafından çok sevilen ve üstüne titrenen sevimli dişi Rottweiler, kendisi aynı zamanda fabrikada bekçilik yapıyor; yani görevi ciddi. Aura, 5 gün önce sahipleri tarafından "iki gündür çok şiddetli kustuğu, kaka yapmadığı ve ıkınmaya bağlı anüsten tek tük damla şeklinde kanaması olduğu" şikayeti ile kliniğimize getirildi. Yapılan muayenesinde oldukça bitkin olduğu ve ağrısı olduğu görüldü ancak ateşi normaldi ve yapılan testlerde kan tablosu çok spesifik bir bulguya işaret etmiyordu. Semptomatik tedaviye aldığımız Aura’nın, geçmişinde, şiddetli ishal ve neticesinde gelişen bir bağırsak düğümlenmesinden dolayı operasyon geçirdiğini öğrendik. Karnesinde aşıları tamamlanmış olarak görülüyordu. "Acaba şimdiki şikayeti yabancı cisim veya yine bir düğümlenme veya pankreatit olabilir mi?" diye düşünüp bu ihtimalleri elemeye yönelik diagnostik prosedürleri tamamlamış iken; Aura'da aniden kanlı ve şiddetli bir ishal "kanlı ishal" - "parvo viral enterit" semptomu gelişti. Bu durumda ilk olarak hastalığın akut formunu tanımlayacak testleri yaptık... Dışkıdan yapılan parvo antijen testi negatifti. (false negatif veya pozitif sonuçlar alınabilir. Bazen test yaptığınız anda bağırsak boşluğuna virüs düşmeyebilir ve test negatif sonuç verebilir. Ya da bir hafta önce aşısı yapılmış hayvanda pozitif sonuç görülebilir.) Ancak hastalık başlangıcında gelişen öncü antikorlar bize fikir verebilirdi.. Dolayısı ile kandan bakılan ve akut enfeksiyonu gösteren Parvo IgM sonucu pozitif olarak sonuç verince durum netleşmiş oldu. Aura'nın parvo aşısı olmasına rağmen kendisi koruyucu bir yanıt geliştirmemiş ve hastalık etkenini kapmıştı. Hemen uygun ve spesifik tedaviyi protokolümüze ekledik. Bugün, 5. gündeyiz. Sokağa çıkma yasağı var... Ama biz onunla bugünü de klinikte geçirdik. Kusmaları azaldı ve kanlı dışkılama da azalarak da olsa günde bir kez devam ediyor. Aura kendini daha iyi hissediyor. Halen direniyor tüm gücüyle. Onu taburcu edebileceğimizi düşünmek istiyoruz günü geldiğinde. Konu kanlı ishal ve Rottweiler cinsi bir köpek olduğunda bir hekim olarak karamsar hissetmek çok aykırı bir durum değil, ancak mücadeleye biz de onunla birlikte devam ediyoruz. Çok bulaşıcı ve ölümcül seyredebilecek bir hastalık bu... Dolayısı ile aşılama, yani korunma çok önemli. Ancak yapılan bilimsel çalışmalar da gösteriyor ki, aşılamak her zaman bağışıklık sağlamayabiliyor. Bazı ırklar (Rottweiler, Doberman pinscher..) yanıt vermeyebiliyor yaptığımız aşılara. Lütfen yavru köpeklerinizi aşılama programının bitmesinin ardından 3-4 hafta sonra mutlaka hastalıklara karşı bağışıklığının oluştuğunu, (immunitenin sağlandığını) veteriner hekimize test ettirin... Basit bir kan testi ile onun gerçekten korunup korunmadığını hepimiz için geç olmadan anlamamızı sağlayın... Zor günler geçiriyoruz. Dünya ile birlikte hepimiz COVID-19 pandemisi ile mücadele ediyoruz. Hepimiz için risk var. Bizler Veteriner hekimiz ve beşeri hekimler gibi bizler de sağlık personeli olarak tedaviden ziyade korumanın, koruyucu hekimliğin önemini biliyor ve istiyoruz. Lütfen siz de duyarlı olun. AURA'nın başına gelenler sizin yavrunuzun başına gelmesin. Özellikle şu günlerde yaşadığımız bu olayı bir vesile ile sizlerle paylaşmamın sebebi budur. Yoksa normalde vakalarımı olgu olarak sunmuyorum. Ancak Aura'nın bu durumunu, pandemi içinde karşılaştığımız olağanüstü durumu sizlere aktarmak, paylaşmak istedim. Hekimlik bir bütündür. Tıp ve veteriner hekimini birbirinden ayırt edilmemelidir. Veteriner Hekimler hayvan ve insan sağlığının korunmasında aşı geliştirme dahil bir çok önemli alanda bir çok görev yapmaktadır. Her canlının yaşama hakkı vardır ve kutsaldır. Veteriner Hekim Dr. Emel Başaran
Pankreas Ne Zaman Keşfedilmiştir? Tarihte ilk kez Herophilus M.Ö.300’lerde pankreası tanımlamış ve bundan yaklaşık 400 yıl kadar sonra, organ, Rufus tarafından "pankreas" olarak isimlendirilmiştir. Pankreas nasıl bir organdır? Kısaca ifade etmek gerekirse; pankreas hem iç salgı (Endokrin: örn. insülin) hem de dış salgı (Egzokrin: örn. amilaz, lipaz, tripsin...) yani sindirime yardımcı maddeler salgılar. Bu dış salgı içindeki maddeler inaktif formda olup, bağırsakta aktif hale geçerler ve yağ, şeker ile proteinlerin parçalanmasını sağlarlar. Pankreas bu işlevlerinin dışında ayrıca bikarbonat sentezinde görev alarak vücudun alkali ph dengesini düzenler yani vücudun genel asit-baz dengesini korumakla yükümlüdür. Çocuklarımızda özellikle belirli hastalık durumlarında bozulan bu dengenin yerine konmasında emeği büyüktür. Pankreatit nedir? Pankreatit akut (ani gelişen) ve kronik (uzun döneme yayılan) seyirli olmak üzere ikiye ayrılır. Akut ve kronik arasındaki ayrımı yapmamız klinik açıdan zor bir durumdur. Akut pankreatit belirtileri daha çabuk ilerlediğinden kroniğe kıyasla daha kısa sürede tanısına erişebildiğimiz söylenebilir. Akut ve kronik pankreatitin nedenleri de bazı durumlarda farklılaşabilmektedir. Akut pankreatitisin reversibl (iyileşme) oranı kronik pankreatitlere oranla gözle görülür derecede fazladır. Bu kurulu düzen pankreasın hastalık durumunda yani bahsettiğimiz akut pankreatitte; bu inaktif şekilde bulunan maddelerin bir şekilde daha pankreas içindeyken veya bir nedenle çevre dokulara ulaşarak aktif hale geçip pankreas dokularını sindirmesi ve buna karşı yaygın bir inflamasyonun gelişmesi ile başlayan; organizmada çeşitli komplikasyonlara yol açan bir hastalık tablosudur. Bu durum dokuları parçalamaya başlar. Akut pankreatit bu kontrol dışı dokuların parçalanması olayına karşı vücudun ortaya koyduğu savunma ve sonuçlarına verilen isimdir. Akut pankreatitis'de özellikle son yıllarda tripsin enziminin kalıtsal ve gelişimsel mutasyonlarından dolayı insanlarda belirgin bir artış gözlenmiştir. Aynı insanlarda olduğu gibi hayvanlarımızda da bu durumla sanılanın aksine sık karşılaştığımızı artık söyleyebiliriz. Kedi ve köpeklerde nedeni belirlenemeyen pankreatit vakaları insanlara oranla daha fazla görülmektedir. Hem düzenli kontrollerin aksatılmaması hem de hayvanlarımızda olan her davranış ve hareket değişikliğini kesinlikle göz ardı etmememiz gerektiğinin altını çizmemiz lazım. Özellikle karaciğer ve safra kesesi enfeksiyonları sonrası, safra taşları, inflamatuar bağırsak hastalıkları, verilen ilaçlar ve bazı besin maddeleri, kedilerin hepatik lipidosis'i yani karaciğer yağlanmaları gibi durumlar akut pankreatiti tetikleyen nedenlerden en belirginleridir. Kediler ve köpeklerde belirtiler sadece ufak farklılıklarla değişmektedir. Akut pankreatite bağlı ölümlerin büyük kısmı septik komplikasyonlara bağlıdır. Ayırıcı tanıda safra yolu hastalıklarının akut komplikasyonları, intestinal obstruksiyon diğer adıyla bağırsak tıkanmaları, bağırsak beslenme durumları, bağırsak iç içe geçmeleri veya iskemi (beslenememesi), içi boş organ perforasyonu ve peptik ülser hastalığı (mide ülserleri) unutulmamalıdır. Teşhisinde altın standart geliştirilememiştir ve acil bir durumda tanı oldukça güçleşebilir. Pankreatik amilaz ve lipaz ölçümü tanıda en başta gelen metoddur ancak bu enzimlerin spesifite ve sensitivitesi düşüktür. Hemogram - genel kan tablosu ve kanın biyokimyasal değerleri, pankreatik enzimlerin değişim kriterleri ultrasonografi altında pankreatik değişimler ve klinik tablo tanı kriterlerimizde önceliğimizdir. Hayvanımın pankreatit olduğunu nasıl anlarım? Akut vakalarda gelişen ağrı komplikasyonları özellikle tanıya gitmemiz için ışık tutan yollardan birini çizer. İlgisizlik, saklanma isteği, sürekli gözlerini yumarak tepkisizce oturma pozisyonunda uzun süre kalma, yeme ve tuvalet alışkanlıklarındaki değişiklikler göz ardı edilmemeli ve kesinlikle düzenli olarak kontrol edilmelidir. Nörolojik semptomlar, ilerleyen kilo kaybı, fazla su tüketimi ve fazla idrara çıkma, sarılık, vücut ısısında düşme, karın bölgesinde hassasiyet gibi durumlar da gözlenebilir. Genel olarak sindirim sistemini etkileyen durumlar gözlenir. Örn; iştahın kesilmesi, yemeğe isteğinin azalması, bulantı belirtileri veya şiddetli kusma ile seyreden süreçler, halsizlik, çevreye ve özellikle sevdiği şeylere ilgisizlik, inatçı olan ya da olmayan ishaller görülmektedir. Risk Faktörleri Kedi ve köpeklerde risk faktörleri değişmektedir. Genel olarak ırksal yatkınlıklar görülmektedir. Köpeklerde diabetis mellitus, hiperkortisolizm, hipotiroidizm, tümörler, travmalar, kolanjijitisler (safra kesesinin iltihaplanması), kanamalı hastalıklar, obezite, aşırı yağlı beslenme, vitamin ve minarellerden eksik beslenme, ağır travmatik operasyonlar pankreatit durumlarını tetikleyebilir. Özellikle pankreası etkileyen ilaç kullanımları (bazı kemoterapötikler, çeşitli otoimmun baskılayıcılar, hormonlar, bazı anestezikler, kortizon v.b.) köpeklerde büyük bir risk faktörü oluşturabilir ve bu ilaçların kullanımında dikkatli olunmalıdır; pankreatik değerler sürekli kontrol edilmelidir. Kedilerde ise; daha spesifik bir ayrım olmaksızın çoğu yaş skalasında ve durumlarda görülebilmektedir. Genellikle kolanjiohepatit (hem karaciğerin hem de safra kanallarının iltihaplanması) durumlarında, uzun süreli sıkça açlık durumlarında tetiklenen hepatik lipidosizlerde, inflamatuar bağırsak hastalıklarında, safra kanalı tıkanıklıklarında, neoplasi ve travma durumlarında tetiklenmektedir. Ayrıca kedilerin bilinen ve ülkemizde ayrıca tüm dünyada sıklıkla gördüğümüz viral hastalıkları büyük bir tehlike arz etmektedir. Özellikle kedilerin FIP hastalığı, toksoplazma gondii enfeksiyonu, herpesvirus gibi etkenler rol oynamaktadır. Toksik maddelerin de kazayla alınımı da pankreatit riski yaratır. Peki bu durumla nasıl başa çıkabiliriz? Tedavi edilebilir mi? Seçeneklerimiz nelerdir? Uzun süren uğraşlar sonucu tanıya ulaştığımız zaman, hasta sahibi olan sizler ve hekimleri olan bizler bu yorucu sürecin farkında olmalı ve kabullenmeliyiz. Özellikle pankreatit tedavisi uzun süren bir süreç olup, hem bizler hem sizler hem de çocuklarımız için yıpratıcı bir süreçtir. Ağrı yönetimini iyi yapıp, bu süreçte hastalarımızın refah düzeyini yüksek tutmaya çalışmaktayız. Bunun yanı sıra antibiyotik tedavisi ile birlikte semptomları gidermek için sıvı destek tedavileri, kusma önleyiciler, mide koruyucular, karaciğer ve böbrekler için çeşitli destek maddeleri, vitaminlerden yararlanmaktayız. Tanıya giden yolda pankreatitin sebebine bağlı olarak tedavi protokolü değişmekte olup, herhangi bir tümöral ve yetmezlik durumlarında farklı seçenekler de eklenmelidir. Diyet kontrolü yapılmalı, hayvanın asit-baz durumuna, kilo kontrolüne göre seçilmeli ve sıkı bir şekilde yönetilmelidir. Pankreasın iç organların ve vücut dengesinin bel kemiği olduğu asla unutulmamalı ve dikkatli bir şekilde kontrol edilip, her zaman bu konuda bilinçli bir şekilde hareket edilmelidir. Küçük canlarımızın sağlıcakla ve mutlu bir pankreasla kalması dileği ile... :)
"İzmir'de yaşandı! Kediden bulaşan parazit gözlerini kör etti İzmir’de yaşayan iki genç kadının bir gözleri kedi dışkısında bulunduğu belirtilen bir parazit nedeniyle kör oldu." "Basında çıkan, çoğu abartılı ve gerçeği yansıtmayan haberler üzerine bu yazıyı yazmaya karar verdim. Konuya genel olarak yaklaşırken, kedi ve köpeklerden bizlere geçebilecek olan parazitler hakkında özet ve genel bilgi vermek istedim, yararlı olması dileği ile." Kedi ve köpeklerde bağırsaklarda yaşayan (özellikle yavru kedi ve köpeklerde) Askarit’lerden Toxocara canis ve Toxocara cati (alt türler), insanlara geçerse, yani parazitin yumurtası yanlışlıkla yutulursa, "larva migrans" denilen durum insanlarda şekillenebilir. Askaritler, insanda ergin bağırsak solucanı haline gelmez, ancak larva halinde kalır ve yerleştiği organda (beyin veya göz) problem yapabilir. Ancak bu parazit yumurtalarının insanlar için enfeksiyon oluşturması için uygun ortamda (ısı ve nem) ortalama 21 gün süre ile kalıp enfeksiyon yapabilme yetisi kazanması lazımdır. Ayrıca pire yumurtalarının yutulması ile gelişen parazitler de vardır (Cestod- Dıph. caninum). Pirelenen hayvanlarda ve insanlarda bu pire yumurtalarının yutulması halinde bağırsaklarda parazit oluşabilir. Bu durum, daha çok el yıkama alışkanlığı olmayan 5 yaş altı çocuklar için riskli olabilir. Zaten biz veteriner hekimler, yavru kedi ve köpeklere kliniklerimize başvurulduğu taktirde tüm iç ve dış parazitlere karşı %100 etkili, ruhsatlı ilaçlar vererek zoonozları (hayvanlardan insanlara geçebilen) engeller, öncelikle hayvan sahiplerini korumaya başlarız. Her gelen yavruya dışkı kontrolü yaparız ve olası paraziter etkenler uygun yöntemlerle tarafımızdan elimine edilirler. Genel olarak yavrular, iç parazitlere karşı, 6 aylık olana kadar, her ay düzenli olarak anti-paraziter tedaviye tabi tutulurlar. Hayatlarının diğer dönemlerinde de periyodik olarak da yine anti-paraziter ilaçlama ile veteriner hekimleri tarafından korunurlar. Pire-kene ilaçları her ay düzenli olarak tüm kedi ve köpeklere yapılmaktadır. İç parazitlere karşı koruma, eğer hayvanın yaşam koşulları aksini gerektirmiyorsa, genel olarak her 3 ayda bir geniş spektrumlu bir antiparaziterle yapılır. Ancak bir kedi veya köpek pirelenmişse artık farklı bir tedavi planı uygulanır ve iç paraziter uygulamalar en az 3 ay süreyle her ay yapılır. Kaldı ki evde yaşayan, avlanmayan ve çiğ et veya çiğ balık tüketmeyen kedi ve köpekler düzenli olarak veteriner hekimler tarafından kontrol altında olan, anti-paraziter tedavileri yapılan kedi ve köpekler; paraziter açıdan zoonoz riski taşımazlar. İnsanlarda Toxoplasma gondii ile enfeksiyon ise yine son konak olarak enfekte kedinin dışkısı ile bulaşık Toxoplasma gondii oositlerinin (yumurtalarının) direkt veya indirekt yolla alınması ile oluşur. Sağlıklı insanlar eğer etkeni alırlarsa, hafif bir nezle gibi enfeksiyonu atlatabilirler. Ülkemizde ve U.S.A’da yapılan araştırmalara göre toplumun %40'i aşagı yukarı bu enfeksiyona karşı pozitiftir. Yani toplumun büyük bir kısmı hayatlarının bir döneminde enfeksiyona uğramış ve bağışıklık kazanmıştır. Normal ergin insanlarda enfeksiyon sorun olmazken, immunsupress insanlarda (HIV, kemoterapi gören kanser hastaları vb) ve gebe olup hamileliginın ilk 3 ayinda, toxoplasma negatif bir kadında, eğer etken alınırsa, sorun oluşabilir. Bu tip bağışıklığı düşük insanlarda enfeksiyon ciddi seyrederken, gebe kadınlarda enfeksiyona bağlı olarak düşük olabilir veya doğan bebek özürlü olabilir. Toxoplasma’nın da kediden bulaşması icin (farzedelim ki, kedi pozitif ve dışkıyla oosit-yumurta- atıyor), dışkının dış ortamda en az 3 gün kalması lazım ki, yine enfeksiyon kabiliyeti kazansın. Eğer kedi dışkısını her gün atarsanız, yani kum kabını her gün temizlerseniz (gebeler eldiven giymeli) kedinizden size toxoplasma bulaşması söz konusu olmaz. Kuralına uygun olarak kum kabından dışkıyı atmak, kimseye zarar vermez. Ayrıca şu da önemlidir ki; kedi tüyünden oosit (yumurta) geçmez!!! Ancak, iyi yıkanmamış meyva sebze eğer bulaşıksa veya çiğ kıyma yerseniz de toxoplasmayla kolayca enfekte olabilirsiniz. Yine, evde beslediğiniz köpeğiniz de size dışarıdan kumlarda oynarken enfekte dışkıyla bulaşan tüyleri ile toxop oositi taşıyabilir. Kısaca hijyene dikkat etmelisiniz. Kediniz kesin olarak evde yaşıyorsa, risk nerdeyse yok gibidir aslında. Ayrıca bir kedinin toxoplasma gondiye karşı antikor geliştirmesi yani IgG seviyesinin pozitif olması da, mutlaka hasta olduğu ve sürekli oosit çıkartacağı anlamına da gelmez. Şüpheli kedilerin klinik olarak hastalık belirtisi göstermesi ve daha ileri tetkiklerin teşhisin kesinleşmesi için yapılması gerekir. Yurt dışında ve biz burada veteriner hekimler olarak kimseye kedilerini evden attırmıyoruz. Zoonoz olarak mantar enfeksiyonları veya başka hassas olunması gereken özel durumlar elbette vardır, ancak düzenli hekim kontrolünde olan hayvanlardan insanlara normal şartlarda hastalık geçmez diyebiliriz. Daha önce de söyledim. Bazı basın organları veya fikri olup bilgisi olmayan insanlar extrem olayları yalan yanlış sansasyon amaçlı kullanıyorlar. Hayatımızda yer alan tüm hayvan ve insanlardan, hatta çevremizden, hijyenik kurallara uymadığımız zaman her şeyi kapabiliriz. Sorumluluklarımız çift taraflı olarak devam etmelidir. Kontrol altındaki kedi ve köpekler gerçekten masumdur ve sahip oldukları ailelere, çocuklara, hasta, yaşlı insanlara, aslında topluma salt sevgi ve mutluluk veren, karşılık beklemeden sevgiyi öğreten, içimizdeki merhameti hatırlatan canlılardır. Selamlar, Dr. Emel Başaran Veteriner Hekim
Bu enfestasyonun belirtileri tanınmalı ve kedinizin bu istenmeyen konukları hemen tahliye edilmelidir. Kulak uyuzu; kedi ve köpeklerde ama özellikle kedilerde daha sık olarak karşımıza çıkan bir sağlık sorunudur. Otodectes cynotis olarak adlandırılan kulak uyuzunu daha çok yavru kedilerde görürüz ancak her yaştaki kedi de bu etkenle enfekte olabilir. Etken, kedinin yaşadığı ortamda tek başına uzun süre canlı kalamaz ama uyuzu taşıyan kediyle olan direkt temas veya kedinin bulaştırdığı çevrede bulunan, aynı yatağı paylaşan kedilere bulaşma söz konusu olabilir. Kesin teşhis, etkenin alınan swapla bir hekim tarafından mikroskop altında görülmesi ile konulur. Kulak kiri olarak adlandırılan her akıntı kulak uyuzu sebebiyle oluşmaz bazı enfeksiyonlar da benzer bir görüntü sergiler. Yapılan mikroskobik incelemede bakteri, mantar gibi etkenler de uyuz etkeni ile beraber kombine olarak görülebilir. Tek başına sadece uyuzun oluşturduğu enfeksiyonlarda kulağın durumu ile kombine enfeksiyonlardaki görünüş aynı değildir. Miks enfeksiyonlarda akıntı ve kirli görünüş daha fazla olabilir. Tedavi Kulağın uygun topikal temizleyicilerle birlikte iyice temizlenmesi tedavinin esasını oluşturur ve uygulanan ilaçların daha iyi bir şekilde etkilemesini sağlar. Ayrıca anti-paraziter tedavinin de veteriner hekiminiz tarafından yapılması gerekecektir. Burada kullanılacak olan ürün tipi, kulağın ve enfeksiyonun derecesine göre veteriner hekim tarafından seçilmelidir. Eğer klinik ortamı dışında evde tedavinin devamı olarak size kulakları için ilaç reçete edilirse nasıl kullanmanız gerektiği yine açıklanmalıdır. Tedavi edilmeyen kulak uyuzları kulakta daha ileri boyutlarda hasara ve orta-iç kulak enfeksiyonlarına duyma kayıplarına yol açabilirken deri ve tüyler üzerine buluşan akarlar yine yaygın ve aşırı kaşıntı yalama ile karekterize dermatolojik problemlere neden olur ki, bu durum hem kedinin hem de sahiplerinin hayat kalitesini etkiler ve daha kapsamlı tedaviler gerektirir. Korunmada dikkat edilecek olan hususlar arasında, kedilerin iç ortamda bakılmaları ve sokağa çıkışlarının engellenmesi ve düzenli olarak hekim kontrolünde tutulmaları önemle rica olunur.
Soğuk havanın, kedi ve köpekler üzrindeki olumsuz etkilerini biliyor olabilirsiniz, ancak sıcak hava da aynı şekilde tehlikelidir. Havanın size çok sıcak gibi gelmediği günlerde bile. Riskleri bilip hazırlıklı olmak, evcil hayvanınızı güvende tutacaktır. Hazırlıklı Olun: Veteriner Hekiminizle sıcak havanın yaratabileceği riskler (ve eğer evcil hayvanınızla bir seyahat planınız var ise bu konu) hakkında görüşün. Evcil hayvanınızın her daim, sınırsız taze suya erişiminin olduğundan; ve eğer dışarıdaysa, mutlaka gölgelik bir alana erişebildiğinden emin olun. Pire, kene ve sineklerden geçen (sivrisinek, kumsinegi) kalp kurdu leishmaniasis ve diğer ölümcül kan parazitlerinden kedinizi ve köpeğinizi korumak için uygun reçeteli tasma ve damla kullanın. Veteriner Hekiminize, sıcak çarpması belirtilerini nasıl anlayacağınızı danışın. Evcil Hayvanınızı Evde Bırakın Mümkün olduğunca, siz dışarıya çıktığınızda evcil hayvanınızı evde bırakın. Evcil hayvanınızın konforu için ev içerisinde farklı sıcaklıklarda alanlar sağlayın Bir evcil hayvanı, gölgede ve/veya pencereleri aralık olsa bile asla araç içinde bırakmayın. Hava sıcaklığı çok yüksek olmasa bile, araç içleri çok hızlı şekilde ölümcül sıcaklıklara ulaşabilir. Geçen Süreye göre Araç içi Sıcaklığı (*): Geçen Süre Hava Sıcaklığı (C) - (Araç Dışı) 21 24 26 29 32 35 0 dakika 21 24 26 29 32 35 10 dakika 32 34 37 40 43 45 20 dakika 37 40 43 45 48 51 30 dakika 40 43 45 48 51 54 40 dakika 42 45 48 50 53 56 50 dakika 44 47 49 52 55 58 60 dakika 45 48 50 53 56 59 1 saat > 47 49 52 54 57 60 * San Francisco Üniversitesi'nin yayınıdır. Onlara Konforlu bir Ortam Sunun Eğer dışarısı sizin için sıcaksa, onlar için çok daha sıcaktır Beraber gerçekleştireceğiniz yürüyüş, koşu veya bisiklet turlarını havanın serin olduğu saatlere bırakın Köpeğinizi, patilerini yakabilecek asfalt gibi sıcak yüzeylerden uzak tutun Veteriner hekiminize, köpeğinizi sıcak havadan korumak için güneşten koruyucu sprey önerip önermediğini danışın Köpeğinizle Birlikte Egzersiz Yapmak Veteriner hekiminize, köpeğiniz için bir egzersiz planı başlatmadan önce danışın. Kilolu köpekler ve kısa burunlu köpek ırkları sıcak havalardaki egzersizlere karşı daha yüksek risk altındadır. Özellikle hava sıcaklığının yüksek olduğu saat dilimlerinde, asla köpeğinizle yürüyüş, koşu veya bisiklet turlarını gerçekleştirmeyin Sık sık mola verin Hem kendiniz için hem de evcil hayvanınız için her zaman yanınızda yeterli su bulundurun Sıcak Çarpmasının Belirtileri Eğer bu belirtilerden herhangi birini görürseniz derhal tıbbi destek alın: Kaygı, gerginlik Nefes alma hızında artış Huzursuzluk Salya salgılamada artış Ruh halinde istikrarsızlık, değişkenlik Normal dışı dişeti ve dil rengi Bayılma
Kedi ve köpeklerin yaz aylarında sıcak araba içinde bırakmanın, ısı çarpmalarının ne kadar tehlikeli olduğu aşağı yukarı herkes tarafından bilinirken soğuk hava şartlarının da petlerin sağlığı için tehlike doğurabileceği unutulmamalıdır. PetVet olarak havaların iyice soğumaya başladığı bu mevsimde size bazı önerilerde bulunmak istiyoruz; Kış check-up’ı: Senede bir kez rutin olarak petlerinizi check-up’tan geçirmeniz önerilmekte iken, özellikle sert kış aylarına girmeden bu kontrolü yaptırmanın tam zamanı olduğunu hatırlatmak isteriz. Mevsim değişikliği ve soğuk havanın da etkisi ile bazı medikal sorunlar, örneğin artritler (eklem ağrıları) daha da kötüleşir. Dolayısı ile petinizin kışa hazır ve sağlıklı olarak girdiğinden emin olmalısınız. Dayanıklılık limitlerine dikkat: İnsanlar gibi petlerin de soğuğa karşı dayanıklılıkları farklıdır. Tüylerinin yapısı, vücuttaki yağ oranı, aktivite seviyeleri ve genel sağlıkları; onların tolerans seviyesini belirler. Çok soğuk havalarda sizin ve köpeğinizin soğuk havadan kaynaklanan sağlık problemlerinden korunabilmeniz için yürüyüş sürelerinizi bazen kısaltmanız gerekebilir. Artrit problemi olan yaşlı hayvanlar, soğukta ve karda daha zor yürürler ve kayma ve düşmeye daha yatkındırlar. Uzun ve kalın tüy yapısına sahip köpekler soğuk havaya nispeten daha dayanıklı iken, yine de çok soğuk onlar için de tehlikelidir. Kısa tüylü köpekler daha az korunaklı oldukları için soğuğu daha çabuk hissederlerken, kısa bacaklı köpekler de daha çabuk soğuktan etkilenirler çünkü vücutları ve karınları karla kaplı yere daha yakındır. Şeker, kalp ve böbrek hastası olan veya hormonal dengesizliği olan (örneğin cushing hastası) petler vücut ısılarını ayarlamakta daha fazla zorlanırlar. Çok düşük dereceler onlar için tehlikelidir. Yine aynı sorunla çok genç veya yaşlı hayvanlar da karşı karşıyadır. Petlerinizin normal vücut ısılarını ve limitlerini bilmelisiniz. Eğer bilmiyorsanız lütfen veteriner hekiminize danışınız. İçeride kalmalılar: Kedi ve köpekler soğuk kış günlerinde içeride kalmalıdırlar. Yaygın ama yanlış olan bir inanış, onların soğuğa dayanıklı olduklarını ve kürklerinden dolayı üşümediklerini söyler, ama bu doğru değildir. Tıpkı insanlar gibi kedi ve köpekler de donmaya ve hipotermiye maruz kalırlar, dolayısı ile soğuk havalarda içeride tutulmaları gerekir. Uzun ve kalın tüylü köpekler (örneğin Huskyler) soğuk iklime daha fazla dayanıklı olsalar da havanın eksileri gösterdiği zamanlarda onlar da uzun süreler dışarıda bırakılmamalıdırlar. Zehirlenmelere dikkat: Çok ufak bir antifreeze damlası bile petiniz için öldürücü olabilir. Bir damla bile olsa etrafa saçılan bu maddelerin hemen temizlenmesi gerekmektedir. Ayrıca petinizin ilaç kutularına, ev temizlik ürünlerine, potansiyel olarak zehirli olabilecek toksik gıdalara örneğin soğan, tatlandırıcılar (xylitol) ve çikolataya da ulaşamamasına dikkat ediniz. Seçenekler sunmalısınız: Aynı insanlar gibi petleriniz de konforlu bir uyku alanına ve ısı değişimine dayanıklı, ılık yerlere ihtiyaç duyarlar. Onların bu ihtiyaçlarına cevap verecek uygun alanlar temin etmelisiniz. Kulübe temini: Hiçbir zaman soğuk havalarda köpeklerin uzun sürelerde dışarıda bırakılmasını tavsiye etmiyoruz. Ancak kış aylarında petinizi içeride tutmanıza imkan yoksa, ona soğuktan korunması için ılık bir ortam sağlayacak rüzgardan korunaklı bir barınak temin etmeniz gerekmektedir. Kulübede donmaya karşı önlem alınarak, kulübe zemini yerden mümkün olduğu kadar yukarıda olmalıdır. Ayrıca alt zemine serilen ve düzenli olarak değiştirilen kalın dokumalı battaniyeler temin edilmelidir. Elektirikli ısıtıcılar yangına neden olabileceği için kullanılmamalıdır. Sokak Kıyafeti: Eğer köpeğiniz kısa tüylü ise, soğuk havalarda üşümesi kaçınılmazdır. Köpeğinize dış ortamda gezmesi için sıcak tutacak kazak veya benzer kıyafetler almalısınız. Eğer yeteri kadar kuru kıyafeti yoksa ıslanan giysileri onun vücut ısısını hemen düşürecektir. Bazı köpek sahipleri petleri için ayakkabı tercih etmektedirler. Bu tarz ürünlerde ise uygun numarayı kullanmanız gerekmektedir. Biraz gürültü yapın: Sıcak bir araba motoru dışarıda yaşayan kediler için uygun bir yer gibi görünse de ölümcül sonuçlar doğurabilir. Arabanızı çalıştırmadan altına bakıp, ayrıca motoru çalıştırmadan korna çalarak içeride soğuktan saklanmış olabilecek otostopçu ufaklıkları saklandıkları yerden çıkartmaya çalışınız. Soğuk arabalara dikkat: Yazın sıcak havalarda aşırı ısınan arabalar onlar için ne kadar tehlikeli ise kışın motoru kapanan arabada o kadar soğuk ve tehlikelidir. Buzdolabı etkisi yapar ve içeride kalan petiniz buz keser. Daha önce bahsettiğimiz gibi yavru, zayıf, yaşlı, hasta veya soğuğa adaptasyon zorluğu çekecek bir sağlık durumu olan petlerinizi hiçbir zaman tek başına soğuk bir arabada bırakmayınız. Gerekli olmadıkça uzun araba yolculuklarında onları evinizden çıkartmayınız veya arabada yalnız bırakmayınız. Patilerini kontrol edin: Köpeğinizin patilerini soğuk hava kazalarına veya yaralanmalarına karşı sıkı sık kontrol edin. Çatlayan veya kanayan bir pati yürürken aniden şekillenen bir topallık, bir kaygan zeminden veya pati aralarına sıkışan bir buzdan kaynaklanmış olabilir. Pati aralarındaki tüyleri ayrıca temizleyerek bu tarz birikimlerin oluşmasına engel olabilirsiniz. Tasma ve Çip: Petlerin çoğu, yolların karla kaplandığı durumlarda, aşina olduğu kokuların buzlar altında kalması ile yollarını kaybetmektedirler. Dolayısı ile adres ve kimlik bilgilerini barındıran bir tasmaları veya varsa ideal olandır ki bilgileri güncel bir mikroçip, kaybolma durumunda kurtarıcı rol oynayacaktır. Kurulama: Yürüyüşten döndükten sonra köpeğinizin patileri bacakları ve alt karın bölgesi çeşitli kimyasallar, antifreeze gibi, yalaması durumunda toksik olacak maddelerle ıslanmış olabilir. Eve döndükten sonra patileri dahil tüm ıslak alanların yıkanması ve kurulanması bu tarz zehirlenmelerin önlenmesine yardımcı olacaktır. Bazı buz çözücüler petler için güvenli olup, bu tarz güvenliği olan ürünleri kullanmaya genel olarak özen gösterilmesi gerektiği de çevremizde bulunan komşularımıza hatırlatılmalıdır. Problemlerin farkına varılması: Eğer petiniz titriyor, ağlıyor endişeli bir tavırla dolaşıyor veya hareket etmesi yavaşlamış ve halsiz görünüyorsa veya sıcak yer bulmak için toprağı eşeliyorsa hemen içeriye alınmalıdır çünkü hipotermiye girdiğinin belirtileri şekillenmiştir. Donma olaylarını fark etmek her zaman erken dönemde mümkün değildir ve maalesef 3-4 gün sonra organ hasarı oluştuktan sonra anlaşılabilir. Böyle bir durumdan şüpheleniyorsanız hemen veteriner hekiminize danışmalısınız. İyi beslenme: Kış ayları boyunca petinizin sağlıklı kiloda olması önemlidir. Bazı hayvan sahipleri fazla kiloların soğuk aylar için ideal olduğunu düşünse de, fazla kiloların genel olarak sağlık sorunlarına yol açtığını unutulmamalıdır. Petinizin ideal kilosunu bilmeli ve kilosunu sağlıklı olabileceği seviyede tutmaya özen göstermelisiniz. Veteriner hekiminizle konuşmalı ve soğuk hava şartlarında enerjisi yüksek gıdalar hakkında bilgi almalısınız. Hepinize sağlıklı günler dileriz. photo credits: independent.co.uk | westernwildlife.org | petradioshow.com | huntindawg.com | doggysdigest.com | breedingbusiness.com | bopvets.com | cdc.gov | mattmeadmpls.com
Ozon Terapisi Ozon ve diğer oksijen terapileri, 100 yılı aşkın bir süredir insan ve hayvan tedavilerinde kullanılmaktadır. Bilimadamlarının, vücuttaki yüksek oksijen seviyesinin olumlu etkilerini farketmesi üzerine, bu terapilerin popülerliği gittikçe artmaya başlamıştır. Günümüzde, hedeflenen dokulara kolay çözülebilir oksijen taşıyan hiperbarik tedavi ve ozon terapilerinin; her türlü zarar görmüş ve iltihaplanmış dokunun varolduğu durumlarda, virüs, mantar ve bakterilerin yok etmede ve genel sağlık durumunun iyileşmesinde etkili olduğu kanıtlanmıştır. Medikal alandaki kullanımının yanısıra ozon; hayvancılık, su tankları, büyükbaş embriyo transferi, yüzme havuzları, spa ve dünya genelinde 2000'den fazla belediyenin su arıtma sistemlerinde de kullanılan önemli bir dezenfektandır. Nasıl Çalışır? En basit anlatımla; ozon (O3), 3 oksijen atomundan oluşur. Doku ile etkileşime girdiğinde ise, bildiğimiz 2 oksijen atomlu oksijene (O2) dönüşür, ve açığa çıkan 1 oksijen molekülü de, dokudaki diğer moleküller ve kimyasallarla birleşir. Bu, şu açıdan önemlidir; birçok mikroorganizma ve kanser hücreleri, kendi yaşam döngülerinin bir döneminde, eğer zengin oksijenli ortama rastlarlarsa yokolurlar. Yani sağlıklı hücreler, oksijenden zengin bir ortama gereksinim duyarlar. Medikal ozon; medikal oksijenin, ozon jeneratörü tarafından elektriksel olarak uyarılması ile elde edilir ve 1870'li yıllardan beri medikal ve naturopatik tıp alanlarında kullanılmaktadır. (Naturopatik: homeopati, akupunktur gibi diyet ve yaşam tarzı danışmanlığı da dahil olmak üzere sağlık alanındaki "doğal" yaklaşımları, geniş bir yelpazede barındıran alternatif tıbbın bir formudur.) Doğru kullanıldığında hiçbir yan etkisi olmayan bu son derece güvenli terapi yöntemi genel olarak; iltihapları azaltmak, bağışıklık sistemini harekete geçirmek, bakteri, virüs, mantar ve mikroorganizmaları etkisiz hale getirmek gibi birçok açıdan etkilidir. Tedavi Protokolü Nedir? Şu unutulmamalıdır ki, tek başına ozon terapisi mucizevi bir yöntem ya da ilaç kesinlikle değildir. Daha çok, hastanın iyileşmesinde destek sağlayan destekleyici tedavi yöntemidir. Ozon terapisi, uygulanan geleneksel tedavilerin yanına ek olarak uygulandığı zaman en iyi sonucu verecektir. Çünkü sonuç olarak, vücudun iyileşmesi görevini gerçekleştirmesi gereken yapı, bağışıklık sisteminin kendisidir. Ozon tedavisi, sadece hekim kontrolünde ve medikal ozon cihazlarıyla yapılmaktadır. Kullanılacak ozon tedavisinin sayı, sıklığı ve yöntemi; hastalığa göre değişir. Tedavi planı, evcil hayvanınızın özel tıbbi durumuna bağlı olarak, bireysel olarak belirlenecektir. Hangi durumlarda ozon terapisinden yaralanılabilir? Her türlü viral enfeksiyonda (FeLV Lösemi, FIV, FIP, Herpes, Parvovirus vb.) Her türlü bakteriyel enfeksiyonda (Lyme hastalığı, Toksoplazma/Toxoplasmosis, Stafilokok/Staphylococcus enfeksiyonları vb.) Her türlü mantar enfeksiyonunda (Candida, Ringworm vb.) Kanser tedavisinde ve önleyici olarak Detoksifikasyon için veya çevresel hipersenstivite (aşırı duyarlılık) olgularında Artrit ve dejeneratif (zarar görmüş) eklem hastalıklarında Otoimmun (bağışıklık sistemi) bozukluklarında Deri yaralanmaları veya yanıklarında Üst solunum yolu, üriner sistem hastalıkları veya dolaşım yetersizliklerinde Kafa travmaları, omurilikte oluşan enfeksiyonlar, nörolojik hastalıklarda Ağız ve dişlerde oluşan yaralarda, diş apselerinde Kulak veya gözlerdeki alerjik tepki veya enfeksiyonlarda Mide veya bağırsak problemlerinde Ağrının kontrolü ve azaltılmasında Vücudun oksijen gereksimini arttıran diğer tedavi yöntemlerinde Kliniğimizde ozon terapisi, uygun görülen hastalarımızda tedavide destekleyici olarak başarılı bir şekilde kullanılmaktadır.
1 | 2 |