Sitemizi kullanabilmeniz için tarayıcınızda javascriptlerin çalışmasına izin vermelisiniz. |
Leishmaniasis, dünyanın birçok yerinde, en yaygın olarak kırsal alanlarda köpeklerde ve bazı kemirgenlerde bulunan bir protozoon parazitinin neden olduğu bir hastalıktır. Ülkemizde yapılan yayınlarda araştırmacıların değişik oranlarda leishmania olgularına başta Akdeniz bölgesi olmak üzere rastlandığı bildirilmiş olup, ülkemizde Leishmaniasis endemik olarak görülmektedir. "Parazit, ısıran küçük bir kum sineği tarafından bulaşır." Parazit küçük bir kum sineği tarafından bulaşır ve önemli bir hastalıktır çünkü insanlar da Leishmaniasis'e yakalanabilir. Leishmaniasis, bir veya iki tür enfeksiyona, kutanöz veya cilt enfeksiyonuna ve iç organ veya organ enfeksiyonuna neden olabilir. Leishmaniasis, Akdeniz, Güney ve Orta Amerika ve güney Meksika'da yaygındır. Ülkemizde de yaygın olarak görülmektedir. Leishmaniasis'in klinik belirtileri nelerdir? Hemen hemen tüm köpekler hastalığın iç organları enfekte eden formunu geliştirecektir. Ayrıca köpeklerin %90'ında deri tutulumu da olacaktır. Viseral formla (iç organ formu) ilişkili klinik belirtiler arasında ateş, anoreksi (iştahsızlık), halsizlik, egzersiz intoleransı, şiddetli kilo kaybı, ishal, kusma, burun kanaması ve dışkıda kan (genellikle koyu renkli, katranlı dışkı olarak görülür) bulunur (melena). Köpeklerin yaklaşık üçte biri şişmiş lenf düğümleri ve genişlemiş bir dalak geliştirecek ve böbrek yetmezliğine yakalanacaktır. Kas ağrısı, eklem iltihabı ve testislerin şişmesi de görülebilir. Kutanöz formun (deri formu) klinik belirtileri, en yaygın olarak, hiperkeratoz adı verilen burun üstü ve ayak pedlerindeki dokuların kalınlaşması ve sertleşmesini içerir. Birçok köpek, hastalık ilerledikçe bu dokuların pigmentini veya koyu rengini kaybeder. Deride nodüller veya sert topaklar oluşabilir ve tüyler genellikle donuk ve kırılgan görünür ve saç dökülmesi alanları bulunur. Deri formu daha çok kedileri etkiler. Leishmaniasis, tıbbi öyküde, özellikle endemik leishmaniasisli bir bölgeye yapılan son seyahatlerde ve klinik belirtilerde teşhis edilir. Kan ve idrar testleri genellikle doku biyopsileri ile birlikte yapılır. Bazen organizma, lenf düğümlerinin aspiratlarında veya cilt lezyonlarından yapılan yaymalarda bulunabilir, ancak bunlar çok hassas değildir. PCR adı verilen bir kan testi, kliniklerde veya laboratuvarlarda yapılabilir. Bu test, %100 olmasa da en iyi leishmaniasis teşhisi şansına sahiptir. Genel kan testleri, belirli organlar etkilenirse değişiklikleri yansıtabilir. Herhangi bir tedavi var mı? Tedavi klinik tabloya göre değişiklik gösterebilir. Örneğin, bazı köpekler enfektedir ancak asemptomatiktir ve her zaman tedavi gerektirmez. Bununla birlikte, çoğu köpek ilaca ihtiyaç duyacaktır ve bu muhtemelen iki ilacın (allopurinol ve miltefosin veya allopurinol ve meglumin antimoniat) bir kombinasyonu olacaktır. Çoğu durumda allopurinol, belirtiler düzelene ve kan testleri normale dönene kadar birkaç ay devam edecektir. Ne yazık ki, tedavi tam olarak kalıcı iyileşme sağlamaz ve köpek kalıcı olarak enfekte olmaya devam edecektir, bu nedenle ilacı bıraktıktan sonra nüksetmeler yaygındır. Leishmanisisden korunma, en iyi seçenektir. Tatarcıkları kovmak ve parazitin bulaşmasını önlemek için anti paraziter damlalar ve tasmalar düzenli olarak kullanılmalıdır. Evcil hayvanınız için en iyi ürünün ne olacağı konusunda veteriner hekiminiz size tavsiyede bulunacaktır. Bu ürünleri doğru uygulanmalı ve uygulama sıklığı ile ilgili talimatlara uyulmalıdır. Tatarcıklara (Leishmania bulaştıran böcekler) maruz kalmaktan kaçınmak, enfeksiyonu önlemenin en etkili yoludur. Kum sinekleri alacakaranlıkta daha aktiftir - bu nedenle bu saatte köpeğinizi dışarı çıkarmaktan kaçınmalı ve geceleri köpeğinizi içeride tutmalısınız.
Ehrlichiosis, genellikle kahverengi köpek kenesi tarafından taşınan, kene kaynaklı bir köpek hastalığıdır. Bu hastalıktan sorumlu etken, bir riketsiya organizmasıdır. Ricketsiya, bakterilere benzer. Ehrlichia canis, köpeklerde ehrlichiosis ile ilgili en yaygın riketsiya türüdür, ancak bazen organizmanın diğer suşları da bulunabilir. Her yaş ve cinste keneye maruz kalan köpeklerde enfeksiyon gelişebilse de bazı köpek ırkları (Alman çoban) enfeksiyona daha duyarlı olup şiddetli enfeksiyonlara yakalanabilirler. Bir köpeğe Ehrlichia nasıl bulaşır? Ehrlichiosis, köpeklerde enfekte bir kene tarafından ısırıldıktan sonra gelişen bir hastalıktır. Ülkemizde ve dünyanın değişik bölgelerinde etkenin yaygınlığı hakkında yapılan çalışmalarda öncelikle tropik ve subtropik bölgelerde görülen hastalığın, artık küresel ısınma ile şu an her bölgede yaygın bulunduğu belgelenmiştir. Kahverengi köpek kenesi, doğada Ehrlichia organizmasının ana taşıyıcısıdır. Diğer kene türlerinin de hastalığı köpeklere bulaştırdığı ve Ehrlichia'nın diğer alt türlerini taşıyabileceği gösterilmiştir. Ehrlichiosis belirtileri nelerdir? Ehrlichiosis belirtileri üç aşamaya ayrılabilir: akut (erken hastalık), subklinik (dıştan hastalık belirtisi yok) ve klinik veya kronik (uzun süreli enfeksiyon). Ehrlichiosis'in yaygın olduğu bölgelerde akut fazda birçok köpek görülür. Bu aşamada, enfekte köpeklerde; ateş, şişmiş lenf düğümleri, solunum sıkıntısı, kilo kaybı, kanama bozuklukları (spontan kanama) ve bazen nörolojik rahatsızlıklar (dengesiz görünebilir veya menenjit gelişebilir) olabilir. Bu aşama iki ila dört hafta sürebilir ve bazı köpekler enfeksiyonu ortadan kaldırabilir veya subklinik (klinik belirtisi olmayan dönem) aşamaya geçebilir. Subklinik faz, organizmanın mevcut olduğu ancak herhangi bir dış hastalık belirtisine neden olmadığı enfeksiyon aşamasını temsil eder. Bazen bir köpek, sahibi enfeksiyonun farkında olmadan akut fazdan bu faza geçebilir. Bu köpekler de ancak laboratuvar düzeyinde gözlemlenen değişiklikler görülebilirken, belirgin bir hastalık belirtisi göstermeyebilirler. Subklinik faz, klinik belirtiler olmadığı ve bu nedenle hastalık tespit edilemediği için genellikle en kötü faz olarak kabul edilir. Subklinik olarak enfekte olan köpekler, organizmaları ortadan kaldırabilir veya bir sonraki aşama olan klinik ehrlichiosis'e ilerleyebilir. Klinik ehrlichiosis, bağışıklık sisteminin organizmayı ortadan kaldıramaması nedeniyle oluşur. Köpeklerin bir dizi problem geliştirmesi muhtemeldir: anemi, kanama atakları, topallık, göz problemleri (gözlere kanama veya körlük dahil), nörolojik problemler ve şişmiş uzuvlar. Kemik iliği (kan hücresi üretim yeri) etkilenirse köpek, yaşamı sürdürmek için gerekli olan kan hücrelerinden (kırmızı kan hücreleri, beyaz kan hücreleri ve trombositler) hiçbirini üretemez hale gelir. Ehrlichiosis nasıl teşhis edilir? Enfeksiyonun çok erken evrelerinde enfekte köpekleri teşhis etmek zor olabilir. Bağışıklık sisteminin organizmanın varlığına tepki vermesi ve antikor geliştirmesi genellikle iki ila üç hafta sürer. E. canis'e karşı antikorların varlığı, en yaygın teşhis testlerinin temeli olduğundan, köpekler enfeksiyonun erken evreleri ile enfekte olabilir, ancak test sonucu negatif olabilir. Birkaç hafta sonra yapılan testler, antikorların varlığını ortaya çıkaracak ve tanının doğrulanmasını mümkün kılacaktır. Veteriner hekiminiz, köpeğinizin hastalığa maruz kalıp kalmadığını görmek için özel bir test kiti kullanarak klinikte bir tarama testi yapabilir. Veteriner hekiminiz, köpeğinize bulaşan Ehrlichia'nın şiddetini veya türünü belirlemek için ELISA (enzime bağlı immünosorbent testi) veya IFA (dolaylı floresan antikor) testleri kullanabilir. Nadiren organizmanın kendisi, kan yaymalarında veya lenf düğümleri, dalak ve akciğerlerden alınan hücre örneklerinde görülebilir. Bu çok nadir bir bulgudur. Bu nedenle, uygun klinik belirtilerle birlikte antikorların saptanması, birincil tanı kriterleridir. Tam kan hücresi sayımı ve biyokimyasal değerleri içeren temel kan testleri de yapılmalıdır. Düşük trombosit sayısı (trombositopeni olarak adlandırılır), anemi (düşük kırmızı kan hücresi sayısı) ve/veya kanda yüksek protein globulin seviyeleri kan sonuçları arasında bulunabilir. Daha yeni bir test, bir PCR testi, bazı veteriner kliniklerinde ve/veya laboratuvarlarda kullanıma sunulmaktadır. Bir köpeğin ehrlichiosis olduğundan şüpheleniliyorsa, bu test de düşünülmelidir. Ehrlichiosis nasıl tedavi edilir? Şiddetli anemi veya kanama sorunları yaşayan köpeklerde kan nakli gerekebilir. Bununla birlikte, kan nakli ile altta yatan hastalığı tedavi edemeyiz. Kan nakli ile köpeğe tedavi imkanı sağlamak için gerekli zamanı kazanabiliriz. Tedavide bu etkene uygun bir antibiyotik kullanılır. Bu tedavilerde antibiyotiklerin uzun bir süre (4 hafta kadar) etkin dozda oral yolla kullanılması gerekir. Veteriner hekim tarafından tedavi uygun şekilde planlanacaktır. Ehrlichiosis'i önlemek için herhangi bir şey yapılabilir mi? Köpeğinizin bulunduğu çevrenin mutlaka kenelerden temizlenmesi ve ayrıca köpeğinize düzenli olarak yılın her ayını kapsayan çok sıkı bir protokolle pire ve kene önleyici ilaçlar uygulamak en etkili korunma yöntemidir. Etkin pire kene kontrolünün yapılmadığı ve teşhis edilmediği takirde ciddi sağlık sorunlarına ve ölümlere yol açan bu tarz hastalıklara karşı bilinçli olmak, pire ve kene korumasını düzenli ve aksatmadan yapmak, köpeğimizi korumak bir hayvan sahibi olarak en önemli sorumluluklarımızın arasında yer alırken senede en az bir kere rutin sağlık taramaları sırasında riketsiyal kan tarama testleri yaptırmak ta önerilen koruyucu hekimlik uygulamaları arasında yer almaktadır. Korumada topikal seçeneklerin yanısıra ( bir ay etkili) ağızdan çiğnenebilir tabletler ( 1-3 ay etkili) ve tasmalar(koruma süreli 7 ay kadar) korunma seçenekler arasında bulunur. Veteriner hekiminiz, köpeğiniz için hangi koruyucunun doğru olduğunu belirlemenize yardımcı olacaktır. Önemli olan hastalığı tedavi etmeye çalışmaktan ziyade etkenin keneler ile köpeğe bulaşmasının önlenmesidir. Geç kalınmış bir teşhisde tedavi maalesef her zaman mümkün olmamaktadır. Köpeğimden ehrlichiosis kapabilir miyim? Hayır. Bununla birlikte, insanlar kene ısırıklarından köpek ehrlichiosisi alabilir. Hastalık sadece kenelerin ısırmasıyla bulaşır. Bu nedenle, hastalık doğrudan köpeklerden insanlara bulaşmasa da, enfekte köpekler, bölgede enfekte kenelerin varlığını gösteren bir uyarıdır.
FIP, dünya üzerinde her yerde yaygın olarak bulunan ve mutasyona uğramadığı takdirde zararsız olan kedi enterik koronavirüsünden (FeCoV) kaynaklanır. FeCoV, insanlarda, domuz yavrularında, taylarda, buzağılarda ve kümes hayvanlarında ishal veya bronşite neden olan koronavirüslere benzer. Kedilerin bir kısmında, özellikle yavru kedilerde, enterik koronavirüs, mutasyona uğrayarak kalın bağırsak duvarını kaplayan hücrelerden kaçarak, bağışıklık sisteminin en temel hücresi olan makrofajları enfekte eder. Bu mutant virüs, kedilerin infeksiyöz peritonit virüsü (FIPV) olarak bilinir ve başlangıçta kalın bağırsakla ilişkili lokal lenfatik dokularda bulunur. FIPV ile enfekte makrofajlar, daha sonra enfeksiyonu karın ve göğüs boşlukları içindeki diğer bölgelere ve gözler ile beyin gibi uzak organlara yayabilir. Bu ilk makrofaj enfeksiyonu, bilinmeyen nedenlerle gerekli koruyucu bağışıklığı geliştiremeyen kedilerin %0,3-1,4'ü dışında hepsinde bağışıklık sistemi tarafından elimine edilir. Ancak talihsiz küçük bir kedi grubunda ortaya çıkan FIP’de klinik belirtiler günler, haftalar bazen aylar ve nadiren bir yıl veya daha uzun süre içinde ortaya çıkabilir. Ortaya çıkan hastalık formu basitçe ıslak (efüzif) veya kuru (efüzif olmayan) olarak adlandırılır. Islak form, FIP’li kedilerin yaklaşık üçte ikisinde ve kuru form üçte birinde görülür. Bu iki form kolayca ayırt edilebilir, ancak ikisi arasında geçiş formları da olabilir. Islak FIP başlangıçta daha akut olma eğilimindedir. Tekrarlayan ve antibiyotiğe dirençli ateş, depresyon, iştah azalması, kilo kaybı ve karında sarımsı ve biraz yapışkan sıvı birikimi ile veya daha az sıklıkla göğüs boşluğunda sıvı birikimi ile karakterizedir. Abdominal efüzyonlu (karında sıvı birikmesi) kediler genellikle karın şişliği ile kendini gösterirken, torasik efüzyonlu (göğüs boşluğunda sıvı birikmesi) kediler, genellikle nefes alma problemleri (nefes almada zorluk) ile belirti gösterirler. Bu kedilerin bir çoğunda, yüksek seviyelere yükselen bilirubin nedeniyle gözle görülür derecede deride, mukozalarda kulak uçlarında sarılık olur ve / veya şiddetli sarıya çalan idrar hayvan sahibi tarafından da farkedilir. Nörolojik (sinirsel form) ve oküler (göz formu) belirtiler kuru FIP'li 10 kedinin 1'inden azında görülebilir. Kuru FIP formundan muzdarip kediler, kronik olarak şikayetlerin belli belirsiz seyrettiği ancak, yine yüksek sayılacak serum bilirubine sahip olma eğilimindedirler. Hastalık; iştahsızlık, aralıklı veya inatçı ateş, gelişme geriliği ve kilo kaybının olması gibi spesifik olmayan klinik belirtilerle seyreder. Kuru FIP formu, yaygın enflamasyon ve sıvı efüzyonu ile değil, ancak karın içi organlarında (örn. böbrek, sekum, kolon, karaciğer, akciğer, lenf düğümleri) daha az sayıda ve daha büyük granülomlar ile karakterizedir. Kuru FIP'li birçok kedi, kesin tanıdan haftalar veya aylar önce subklinik (tam belirti vermeyen) olarak hastadır ve tanı konulmadan önce, haftalar veya aylar boyunca semptomatik olarak tedavi edilmeye çalışılırlar. Subklinik hastalık genellikle büyümede gecikme, bozuk tüy yapısı, tekrarlayan ikincil solunum yolu veya bağırsak enfeksiyonları, epileptik nöbetler ve diğer spesifik olmayan belirtilerle kendini gösterir. Teşhis Genel olarak, FIP tanısı ıslak form için nispeten daha kolay ancak kuru formlar için daha zor olarak konulmaktadır. FIP tanısı konulan kedilerin çoğunluğu 3 ila 8 aylık yaş aralığında ve genellikle 3 yaşından küçük kedilerdir. Etkilenen kediler genellikle doğrudan yüksek yoğunluklu kedi barınaklarından veya birden fazla kedinin bir arada tutulduğu ortamlardan kurtarılan kedilerdir ve son 1-6 ay içinde bu tür ortamlardan evlat edinilmiştir. Bu kedilerde hastalığın şüpheli belirtileri arasında büyümenin durması, akut veya kronik iştahsızlık, kilo kaybı, antibiyotiğe dirençli ateş, abdominal genişleme, dispne (solunum güçlüğü), sarılık, göz içi lezyonları, nörolojik belirtiler (örn., arka bacaklarda koordinasyon bozukluğu, yüksek yerlere sıçramada başarısızlık ve denge kaybı veya duvar yalama) ve kronik ishal/diyare (genellikle mukuslu ve kanlı) vardır. Röntgen ve/veya ultrason dahil fiziksel muayene ile abdominal veya torasik efüzyonları, karın boşluğu içindeki mezenteriyal lenf büyümeleri ve gözdeki değişimleri (ön kamara, iris, retina) tespit etmek mümkündür. Hem ıslak hem de kuru FIP'de yaygın olarak görülen kan anormallikleri arasında anemi (kansızlık), yüksek beyaz kan hücresi sayısı (akyuvarlar), lenfopeni, yüksek total protein (TP) ve globülin (Glob), düşük albümin (Alb), düşük A:G oranı, hiper-bilirubinemi (sarılık) görülebilir. Kedi koronavirüs ELİZA antikor testi, FeCoV'ye maruz kalan kediler için (1:25 - 1:1600) beklenenden genellikle daha yüksektir (≥1:3200). Karın veya göğüsten elde edilen sıvı, zayıf veya kuvvetli sarı renkte, sulu ila müsinöz (yapışkan), düşük ila yüksek seviyelerde protein, yarı berrak ila bulanık ve düşük ila yüksek sayıda toksik olmayan nötrofil, lenfosit, monositik hücre içerir ve çok vakumlu büyük makrofajlar görülebilir. Veteriner hekim aldığı sıvı ile Rivolta testi yapabilir (sonucun pozitif veya negatif okunduğu durumlarda güvenilirlik oranları değişkendir) Efüzyonlardan gelen hücreler üzerindeki polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) veya immünohistokimya (IHC), vakaların %70'inde koronavirüs RNA veya antijen için pozitif olacaktır. Kuru FIP le karıştırılabilecek bazı hastalık durumları hakkında kısaca bilgi vermek gerekirse; FIP'in nörolojik ve / veya oküler formları kedi sistemik toksoplazmozu (Toxosplasmosis) ile karıştırılabilir, bu nedenle bu FIP formlarına sahip pek çok kedi toksoplazmoz için test edilmeli, sonuca göre ya uygun antibiyotiklerle tedavi edilmeli ya da hastalık toxoplasma açısından ekarte edilmelidir. FIP köken (kedi yetiştirme, koruyucu / kurtarma, barınak), eşkal (yaş, cinsiyet, cins) ve temel kan testi sonuçları ile kolayca ayırt edilebilirken; bazı mantar enfeksiyonları (koksidioidomikoz, blastomikoz, histoplazmoz) FIP’in kuru formuna benzer klinik belirtilere neden olabilir, ancak endemik bölgelerinde bile hala nadirdir. Lenfoma ayrıca kuru FIP için ayırıcı tanı olabilir, ancak bu hastalık genellikle sporadiktir (nadir görülme) ve yaşlı kedilerde görülür. Ancak hala şüphe giderilemiyorsa beyin omurilik sıvısında (BOS) ve aquaeous humorda (yüksek protein, yüksek hücreler, nötrofiller, lenfositler, makrofajlar) karakteristik değişiklikler, MRI görüntüleme (uygun şartlar ve imkanlar varsa) yapılabilir. BOS sıvısından PCR veya immünohistokimya, MR (görüntüleme yöntemi ) da düşündüren lezyonlar veya yüksek serum ELİZA koronavirüs antikor titresi (>1:3200) ile ayırıcı tanıya ait veriler toplanmaya çalışılabilir. Ancak tanıya giderken kullanılan hiçbir metod kesin teşhis için tek başına yeterli değildir. Teşhis; detaylı bir muayene, anemnez ve diğer laboratuvar ve klinik belirtilerin ışığı altında ancak bir hekim tarafından konulabilir. FIP tedavisi FIP’in spesifik olmayan (semptomatik) tedavisi; Çok yakın zamana kadar FIP'li kediler için lisanslı etkili bir tedavi bulunmamaktaydı. Onaylanmış antiviral ilaçlar yerine, tedavi temelde septomatik olarak yürütülüyordu. Semptomatik tedavi ile hastalığı iyileştirmeye çalışmak aslında kedinin bağışıklık sistemine bağlı olan bir durumdur. Bazı kediler, tek bir bağırsak lenf düğümüne izole edilmiş hafif veya subklinik hastalığa sahip olabilir ve bu, rutin fizik muayene veya kısırlaştırma operasyonu sırasında abdominal kitle olarak tespit edilebilir. Daha şiddetli klinik belirtileri olan kediler, birkaç hafta sonra genellikle daha kronik ve daha az şiddetli bir hastalık aşamasına girerler. FIP teşhisi konulduğunda kedilere ötenazi uygulamak yerine tedavi etme konusunda daha fazla deneyim kazandıkça, kedilerin bir kısmının haftalarca, aylarca ve nadiren bir yıl veya daha uzun süre hayatta kalabileceği görülmüştür. Bununla birlikte, doğal seyrini sürdürmek için bırakılırsa, FIP'in çoğu kedi için nihayetinde ölümcül olduğunu söylemek yine de doğrudur. Sıvı efüzyonlarını gidermenin değeri konusunda yanlış anlamalar vardır. Göğüs tutulumu ve nefes alma güçlüğü çeken kediler, plevral sıvının alınmasından büyük ölçüde faydalanabilir. Göğüs sıvısı, özellikle kediler prednizolon ile tedavi edildiğinde, yavaş yavaş yenilenme eğilimindedir. Solunumu engelleyecek kadar yoğun olmadığı sürece abdominal sıvının alınması önerilmemelidir. Bazı steroidal olmayan anti-enflamatuar ilaçların, spesifik immünomodülatörlerin (örn. kedi interferon omega, insan rekombinant alfa veya beta interferon) ve spesifik olmayan immünostimülanların tedavide etkin olup olmadığı konusunda bazı tartışmalar vardır. Poliprenil immünostimülan (PI), Peritan, Acemannan, Immulan, Staphylococcal protein A gibi spesifik olmayan immünostimülanlar, FeLV, FIV ve FIP gibi kedilerin kronik viral hastalıklarının tedavisi olarak lanse edilmiş olup bazı uzmanlar tarafından alternatif tedavi protokollerinde yer almaktadırlar. FIP için bu maddelerden en yaygın olarak tanıtılanı PI olmuştur. Spesifik antiviral ilaçlarla tedavi - Son zamanlarda iki küçük molekülün FIPV replikasyonunu inhibe ettiği ve kedileri hem deneysel olarak indüklenen hem de doğal olarak oluşan FIP ile iyileştirdiği gösterilmiştir. Bu ilaçlardan ilki, bir FIPV proteaz inhibitörü olan GC376 idi (journals.sagepub.com). Bu ilaç, doğal olarak oluşan FIP ile 21 kediden 7'sini iyileştirmeyi başardığı ifade edilmiş, ancak hem ıslak hem de kuru FIP ile başarılı fakat nörolojik tutulumu olan kedilerde başarılı olamadığı bildirilmiştir. İkinci bir ilaç olan GS-441524'ün ıslak ve kuru FIP'li kedileri ve hatta nörolojik hastalığı olan birçok kediyi iyileştirmede daha da başarılı olduğu bildirilmiştir. (journals.sagepub.com). GS-441524, FIPV RNA'nın replikasyonunu önlemek için hareket eden bir nükleosit analoğudur ve bu nedenle GC376'dan daha erken bir virüs replikasyonu aşamasında etki ettiği bildirilmiştir. GC376, Anivive adlı bir şirket tarafından ticarileştirildiği ve birkaç yıl daha resmi satışı olmayabileceği bildirilmektedir. GS-441524'ün patentleri Gilead Sciences, Inc.'e aittir ve şirket şimdiye kadar hayvan kullanımı için girişimlerde bulunmadığı söylenmektedir. Avusturya ve İngiltere’de ise, BOVA (bova.co.uk) firması, Remdesivir’i kedilerde lisanlı olarak kullanmak için piyasaya sunan ilk firma olmuştur: https://sockfip.org/wp-content/uploads/2021/11/Remdesivir-Rx-from-Australia.pdf DİKKAT: Sahte uzmanlardan görüş alıyor olabilir misiniz?? İnternet üzerinden bazı sitelerde online danışmanlık hizmeti altında "antiviral ilaçların kullanımı" ve olası teşhis ve tedavi konusunda yönlendirme yapan, hemen hemen her yazılan maile anında cevap veren, hayvan sahipleri ile veteriner hekimleri karşı karşıya getiren, yanlış yönlendirme yapan kişilerin olduğunu üzülerek izliyoruz. Lütfen bir hayvan sahibi olarak kediniz hakkında görüş istediğiniz konularda bir hekim tarafından birebir muayene edilmeden, sadece bazı tahlillerin uzaktan incelenmesi ile doğru yönlendirme yapılamayacağını, teşhis hakkında her zaman yanılmalar olacağını hatırlayınız. Sonsöz FIP VE CORONA ikileminin tüm kedi sahipleri ve kedi hekimliği arasında son 20 yılda sürekli gündemde kalması, teşhiste yaşanan zorluklar ve son 2-3 yıla kadar bilinen etkin bir tedavinin olmaması ve şu anda karaborsada bulunan bazı antiviral ilaçların dünya çapında ünlü uzman hekimler ve araştırma merkezleri tarafından deneysel olarak uygulanıp sonuçların paylaşılması, hayvan sahiplerinin bu tedavilerden yarar sağlamak adına kendi imkanları ile temin ettikleri ilaçlarla tedavi yolları aramaları ve veteriner hekim olarak bizlerin de bu konuya duyarsız kalamayışımız sonucunda, bu yazının derlenmesi ve bu vesile ile hastalık ile ilgili yine standart bilgilerin birlikte sunulması amaçlanmıştır. Önemli olan hastalığı tedavi etmekten çok, hastalığın oluşmasını engellemektir. Koruyucu hekimlikte bilginin paylaşılması, risk analizleri çok önemlidir. Sağlıklı günler dileriz. Veteriner Hekim Dr. Emel Başaran Bu yazı, Dr. Diane D. Addie'nin ve Dr. Pedersen'in yayınlarından derlenmiştir. Daha detaylı bilgi için http://www.catvirus.com/treatment.htm ve sockfip.org adreslerini ziyaret edebilirsiniz. Bu websitesindeki içerikler, genel bilgi vermek amacı ile hazırlanmış olup, hastalıkların kesin tanı ve tedavisi, hiçbir şekilde ayrıntılı klinik muayene gerçekleştirmeden yapılamaz. Her bireyin rahatsızlığının tedavisinin özgün olduğu unutulmamalıdır.
İkterus nedir? İkterus, genellikle sarılık olarak adlandırılır. Kanda ve dokularda aşırı sarı pigment (biluribun) birikimini ifade eder. Sarılık herhangi bir süre boyunca mevcut olduğunda, birçok dokuyu boyayacak ve deri dahil olmak üzere çoğu vücut yüzeyinde sararma olarak görünür hale gelecektir. Bir kedinin kürkle kaplı derisinde sarılığı görmek güç olduğundan, sarılık en kolay dişetlerinde, skleralarda (gözlerin beyaz kısmı) ve kulak kepçelerinde görülür. Pigmentli (koyu) diş etlerine veya cilde sahip siyah kedilerde sarılığı tespit etmek ise zor olabilir. Bir kedinin sarılık geliştirmesini sağlayan nedir? Sarılık için risk faktörleri arasında pire veya kene varlığı (feline mycoplasma enf) kedi lösemi virüsü (FeLV) veya kedi enfeksiyöz peritonit virüsü (FIP) ile enfeksiyon, bazı karaciğer parazitleri ve fungal hastalıklar (yaşanılan bölgeye bağlı durumlar) yine karaciğere olumsuz etkisi olan uzun süreli anoreksi ve açlık (yemek yememe) ve bazı ilaçların veya toksinlerin yutulması sayılabilir. İkterus/Sarılık nasıl teşhis edilir? Sarılığın kendisinin teşhisi genellikle fiziksel muayene ile kolayca konur. Bazen, başka bir nedenden dolayı bir kan örneği alınır ve kedi gözle görülür şekilde sarılık olmadan önce, serumun sarı olduğu hekim tarafından farkedilir. Bu durumlarda, sarı serum genellikle yaklaşmakta olan sorunların bir göstergesidir ve bu durumda veterineriniz tam bir teşhis için ayrıntılı bir araştırma önerecektir. Sarılığın nedenini belirlemek zor olabilir ve sistematik bir yaklaşım gerektirir. Yukarıda listelenen her kategoride sarılığın birkaç olası nedeni vardır; ilk adım, üç kategoriden hangisinin dahil olduğunu belirlemek ve olası hastalıklar listesini daraltmak için tarama testleri yapmaktır. Ön testlere dayanarak, veterineriniz kedinizdeki sarılığın nedenini belirlemek için ek testler yapacaktır. İkterusa ne sebep olur? İkterusun sebepleri genel olarak üç ana kategoride toplanabilir. Kısaca özetlemek gerekirse; 1) Kırmızı kan hücrelerinin yok edilmesi; Alyuvarların (eritrositlerin) yıkım süreci hemoliz olarak bilinir. Kan damarlarında (intravasküler hemoliz) veya dalak ve karaciğerde (ekstravasküler hemoliz) oluşabilir. Hemoliz, bir yaralanmadan ve/veya kazadan kaynaklanan kanamanın bir sonucu olan kan kaybı anemisinden farklı olan hemolitik anemi adı verilen bir tür anemiye neden olur. Hemolitik anemi, alyuvarların (kırmızı kan hücrelerinin) normal ömürlerini tamamlamadan yıkıma uğrayarak kan dolaşımından uzaklaşması durumudur. 2) Karaciğer hastalığı; Karaciğer hücrelerine zarar veren veya yok eden herhangi bir hastalık veya durum sarılığa neden olabilir. 3) Safra kanalının tıkanması; Safra, safra kesesinde depolanır ve safra kanalı ile ince bağırsağa taşınır. Safra anormal derecede kalınlaşırsa, safra kesesinde taşlar oluşursa, safra kesesi veya safra yolları iltihaplanırsa veya karaciğer şişip safra kanallarını daraltırsa, safra akışı tıkanır. Hemoliz nasıl teşhis edilir? Veterineriniz tam kan sayımı (Hemogram) adı verilen bir test yapacaktır. Hemogram, kırmızı kan hücrelerinin, beyaz kan hücrelerinin ve trombositlerin sayısını ölçer. Hemogramı gerçekleştirmek için otomatik bir makine kullanılıyorsa, kırmızı kan hücreleri doğrudan kırmızı kan hücresi sayımı ile ölçülecektir. Hemogramın bir parçası olarak, (PCV) ve/veya hematokrit adı verilen testler, kanın kırmızı kan hücrelerine olan oranını belirleyecektir. Bu ölçümler, kedinin anemik olup olmadığını gösterecektir. Hemogramın diğer bileşenleri, olgunlaşmamış kırmızı kan hücrelerini, anormal kırmızı kan hücrelerini veya sıra dışı hücre kümelerini aramak için bir kan frotisi incelemesi de dahil olmak üzere, aneminin hemolizden kaynaklanıp kaynaklanmadığını belirlemeye yardımcı olacaktır. Hemolize ne sebep olur? Hemolize toksik bitkiler, kimyasallar, ilaçlar, kırmızı kan hücrelerinin yüzeyindeki parazitler, otoimmün hastalıklar ve kanser neden olabilir. Bunlardan hangisinin kedinizde hemolize ve bunun sonucunda sarılığa neden olduğunu belirlemek için birkaç ek test gerekebilir. Karaciğer hastalığının sarılık nedeni olduğu nasıl belirlenir? İkteruslu kediden alınan kan örneğinde 10-30 testlik bir biyokimya profili yapılır. Biyokimya profili, karaciğer hastalığına özgü çeşitli testler içerir. Ana karaciğer enzimleri alanin aminotransferaz (ALT), aspartat aminotransferaz (AST), alkalin fosfataz (ALP) ve toplam bilirubindir (TBIL). Bazı durumlarda, veterineriniz karaciğer fonksiyonunu değerlendiren bir safra asidi analizi de önerecektir. "Bu kan testleri, karaciğer hastalığının mevcut olduğunu gösterecek, ama nedeni veya tersine çevrilebilir olup olmadığını göstermeyecektir." Bu kan testleri, karaciğer hastalığının mevcut olduğunu ancak nedenini veya geri dönüşümlü olup olmadığını göstermeyecektir. Bu tespiti yapmak için karaciğer dokusu (biyopsi) veya karaciğer hücreleri (sitoloji) çalışması gereklidir. Bu, üç yoldan biriyle yapılabilir: 1) İnce iğne aspirasyonu; Deriden karaciğere küçük bir iğne sokulur. Karaciğerden bazı hücreleri aspire etmek için bir şırınga kullanılır. Hücreler bir cam slayt üzerine yerleştirilir, boyanır ve mikroskobik ortamda incelenir. Bu en az invaziv ve en hızlı testtir, ancak bazı sınırlamaları vardır. Sadece birkaç hücre elde edildiğinden, karaciğerden temsili bir numunenin elde edilmemesi mümkündür. Hücreleri birbirleriyle normal ilişkileri içinde görmek de mümkün değildir. 2) İğne biyopsisi; Bu prosedür, daha büyük bir biyopsi iğnesi kullanılması dışında ince iğne aspirasyonuna benzer. Çoğu zaman, bu test bir ultrason muayenesi sırasında gerçekleştirilir ve ultrason kılavuzluğunda iğne biyopsisi olarak adlandırılır. İğne biyopsisi, sadece birkaç hücre değil, bir doku çekirdeği verir. Numune formaldehit içinde sabitlenir ve analiz için bir patoloğa gönderilir (histopatoloji adı verilen bir teknik). Genel anestezi gereklidir, ancak kedinize çok kısa bir süre için anestezi uygulanır. Çekirdek biyopsi, patoloğun hücreleri birbirleriyle normal ilişkilerinde görmelerini sağlar. Ancak, karaciğer görünür olmadığı için veteriner hekim biyopsi için karaciğerin tam yerini seçemez. Bu nedenle, anormal dokuyu kaçırmak hala mümkündür. 3) Cerrahi yöntemle biyopsi; Kedi genel anestezi altında alınır ve karın cerrahi olarak açılır. Bu, karaciğerin doğrudan görüntülenmesine izin verir ve cerrah biyopsi için tam yeri seçebilir. Karaciğerin bir parçası, cerrahi olarak alınır. Bu yaklaşım en güvenilir biyopsi örneğini verir. Ne tür karaciğer hastalıkları sarılığa neden olur? Karaciğer ile ilgili ikterin (sarılığın) bazı nedenleri arasında enfeksiyon hastalıkları (kedi lösemi virüsü (FeLV), kedi enfeksiyöz peritoniti (FIP), neoplazi, hepatik lipidoz (yağlı karaciğer sendromu) ve kolanjiohepatit (karaciğer ve safra kanalları iltihabı) bulunur. Safra kanalı tıkanıklığı nasıl belirlenir? Safra kanalları tıkalı kediler genellikle aşırı derecede ikteriktir (sarıdır). Gözlerin ve diş etlerinin beyazlarındaki renk değişikliğine ek olarak, ciltleri genellikle bariz sarı renktedir. "Ultrason muayenesi, invaziv olmayan bir yoldur. Safra kesesini ve safra kanalını değerlendirir." Bir tıkanıklığın varlığını doğrulamak için safra kesesi ve safra kanalları incelenmelidir. Bu, radyografiler (X-ışınları) kullanılarak mümkün olsa da, ultrason muayenesi safra kesesi ve safra kanalını değerlendirmenin daha doğru, invaziv olmayan bir yoludur. Ayrıca günümüzde MR gibi ileri yöntemlerle de görüntülemeler yapılmaktadır. Kediyi biliyer kanal obstrüksiyonu (tıkanması) için uygun şekilde değerlendirmek için bazen laparotomi (cerrahi olarak karnın açılması) gereklidir. Safra kanalı tıkanıklığına ne sebep olur? Kedilerde safra kanalı tıkanıklığının en yaygın nedenleri arasında pankreatit, abdominal travma, abdominal veya karaciğer kanseri, safra kesesi taşları (safra taşları), karaciğer parazitleri ve ciddi şekilde kalınlaşmış safra içeriği gibi sebepler sayılabilir. İkterus/Sarılık nasıl tedavi edilir? Sarılık bir hastalık değildir; altta yatan bir hastalığın mevcut olduğunu gösteren klinik bir işarettir. Altta yatan hastalık teşhis edilip başarılı bir şekilde tedavi edildiğinde sarılık düzelecektir. Sarılık bir hastalık değildir; altta yatan bir hastalığın mevcut olduğunu gösteren klinik bir işarettir. Kedim iyileşir mi? Prognoz (hastalığın gidişatı) altta yatan nedene bağlıdır. Sarılığa neden olan bazı hastalıklar çok ciddidir, ancak diğerlerinin tam iyileşme için iyi bir prognozu vardır. Bizler sahip olarak tüm sorumluluklarını taşıdığımız bu dört ayaklı tüylü can dostlarımızı düzenli aralıklarla veteriner hekim kontrolüne götürerek sağlık taramaları ve iyi bir muayene eşliğinde takip etmeli, senelik check-uplarla herşeyin yolunda gittiğinden emin olmalıyız. Kediler özellikle sağlık sorunları olduğunda son noktaya kadar belirtileri gizleyen canlılardır. Hastalıktan değil geç kalmaktan korkmalıyız. Hepinize sağlık ve sevgi dolu günler dileriz.
Kedi hemotropik mikoplazmoz (FHM), nispeten nadir görülen bir kedi enfeksiyonunun adıdır. Geçmişte bu hastalık kedi enfeksiyöz anemisi veya hemobartonelloz olarak adlandırılıyordu. Bu hastalıkta, kedinin kırmızı kan hücreleri, mikroskobik bir kan bakteri paraziti tarafından enfekte olur. Enfekte kırmızı kan hücrelerinin müteakip yıkımı, anemi ile sonuçlanır. Anemi, kırmızı kan hücrelerinin sayısındaki veya oksijen taşıyan hemoglobin miktarındaki azalmayı belirten tıbbi bir terimdir. FHM'ye ne sebep olur? FHM'ye, kendisini kedinin kırmızı kan hücrelerinin yüzeyine bağlayan mikroskobik bir bakteriyel parazit neden olur. Bu parazit yakın zamanda yeniden sınıflandırılmıştır ve Mycoplasma haemofelis olarak adlandırılmıştır (daha önce Hemobartonella felis olarak adlandırılıyordu). Enfekte olmuş kan hücreleri, parçalanabilir veya kedinin bağışıklık sistemi tarafından 'yabancı' olarak değerlendirilip yok edilebilirler. Yeterince kırmızı kan hücresi M. felis ile enfekte olup yok edilirse anemi oluşur. FHM'nin belirtileri nelerdir? Bir kedinin yaşadığı anemi hafif olabilir ve herhangi bir belirgin belirtiye neden olmayabilir. Kedilerde birçok FHM enfeksiyonu vakası ise tespit edilmemektedir. Bu belirti vermeyen kedilerin bazıları, hastalığın uzun süreli taşıyıcıları olarak kalır ve hastalığı diğer kedilere yayarlar. Başka bir hastalık veya durum kedinin bağışıklığını düşürürse, FHM klinik olarak belirgin hale gelebilir. "Kedilerde birçok FHM enfeksiyonu vakası tespit edilmiyor." Kedinin kanında etken tarafından birçok kırmızı kan hücresi yok edilirse semptomatik anemi oluşur. Bu durumda gözlerin ve diş etlerinin konjunktival yüzeylerinde kolayca gözlemlenen mukoza zarları, soluk ila beyaz renkte olacaktır. Anemiye sarılık eşlik ediyorsa, mukozal yüzeyler sarı olabilir. Bu durumda kanın oksijen taşıma kapasitesi azaldığı için kedi çabuk yorulabilir, halsiz ve uyuşuk olabilir, kilo verebilir. Ek belirtiler ateş, büyümüş bir dalak veya lenf düğümleri ve artan kalp ve solunum hızlarını içerebilir. FHM nasıl teşhis edilir? Bir kedinin anemik olmasının birçok nedeni vardır ve kanda M. haemofelis saptansa bile aneminin asıl nedeni bu olmayabilir. FHM'yi teşhis etmek için kan ve idrar testleri ile tam bir klinik muayene gerekecektir. Kan paraziti, kırmızı kan hücrelerinin yüzeyinde karakteristik bir forma sahip olmasına rağmen, çok küçük bir organizmadır ve özellikle nispeten az sayıda kırmızı hücre enfekte olduğunda gözlemlenmesi zor olabilir. Enfekte hücrelerin oranı günden güne değişebilir. Organizma bazen normal kedilerde de bulunabileceğinden, yalnızca M. haemofelis'in saptanması FHM tanısını doğrulamaz ve aneminin diğer olası nedenleri de gözden kaçırılmamalıdır. Bu durumda tercih edilen test, organizmaya karşılık gelen DNA'nın nicel bir sayısını ölçen PCR testidir. FeLV ve FIV gibi viral hastalıklar da anemi ile ilişkili durumlar yaratacağı ve/veya bu virüslerin varlığında M.felis gibi enfeksiyonların açığa çıkması ve şiddetli formda seyretmesi mümkün olduğundan, veteriner hekiminiz ayrıca bir FeLV/FIV testi önerebilir. FHM tedavi edilebilir mi? Veteriner hekiminiz, M. haemofelis enfeksiyonlarını tedavi etmek için bu duruma spesifik etki gösteren geniş spektrumlu bir antibiyotik reçete edebilir. Ancak bazı durumlarda, antibiyotik tedavisine başlangıçtaki iyi bir yanıttan sonra, bir nüksetme olabilir. Ek olarak, organizma antibiyotikten korunan bölgelerde kalabilir. Tam tedavi verilmezse antibiyotikler organizmayı temizlemeyebileceğinden, kedinize tam antibiyotik kürü vermek önemlidir. Bu durumla savaşan bir kedide ayrıca başka bir hastalık varsa o da tedavi edilmelidir. Bazı durumlarda tedavi protokolüne bağışıklık bastırıcı ilaçlar eklenebilir. Anemi çok şiddetliyse, kan nakli gerekebilir. FHM nasıl bulaşır ve diğer kedilerim risk altında mı? FHM'nin başlıca bulaşma yolunun pire gibi ısıran, kan emici parazitler olduğu düşünülmektedir. Doğrudan kediden kediye bulaşma veya kontamine mama kapları gibi cansız nesnelerle bulaşma olası görünmemektedir. Evde başka kediler olsa bile, bu kediler etkenle enfekte olmayabilirler veya en azından semptomsuz kalabilirler. Bununla birlikte, enfekte bir kedinin ısırığı enfeksiyonu yayabilir veya hamile kedilerden (annelerden) enfeksiyon yavru kedilere geçirebilir. İki haftalık bir kuluçka dönemi daha tipik olmasına rağmen kuluçka süresi yedi hafta kadar uzun olabilir. Bu uzun kuluçka süresi nedeniyle, enfeksiyonun gerçek kaynağını belirlemek zor olabilir. Kediler arasında yayılma şekli tam olarak anlaşılmadığından iyi hijyen uygulamalarına uyulmalıdır. Hastalıkları tedavi etmek oldukça güç ve sabır gerektiren bir durum iken korunmak en kolay yoldur. Sorumluluğumuz altında olan kedilerin pirelenmesinin önüne geçmek ise en akılcı ve güvenli yoldur. Veteriner hekiminizin kontrolü altında kedilerimiz mutlaka çok sıkı bir program dahilinde pire ve kene de etkili, güvenilir ilaçlarla korunmalıdır.
Tüy Yumağı tehlikelidir. Büyük miktarlarda yutulmuş tüyler, kedinizin bağırsak yolunu tıkayabilir ve ölümcül bir tehdit oluşturabilir. Tüy yumaklarının tehlike oluşturmasını önleyecek tavsiyeleri sizlerle paylaşmak istiyoruz. Sıklıkla fazla titiz olduğu için sürekli yalandığını gördüğünüz kediniz, biraz endişeli bir halde başını öne uzatarak birtakım garip sesler çıkararak öğürmeye başlayabilir ve uzun bir boru gibi, mamayla da karışık bir kıl topağı çıkarabilir. Bazen mutfak zemininizin ortasında ya da halınızın ortasında - bir trikobezoar görebilirsiniz. Bu genellikle kıl yumağı olarak adlandırılan, sindirilmemiş bir tomar tüydür. Terime rağmen, deforme olmuş tüy yumakları genellikle yuvarlak değildir. Genellikle ince ve silindiriktirler, bir toptan ziyade puro veya sosis şeklindedirler, kıl yumağına bu uzatılmış şekli, içinde geliştiği veya içinden geçtiği dar yemek borusu (özofagus) tarafından verilir. Bununla birlikte, midede kalan bir tüy yumağı ise genellikle yuvarlak olur ve "bir sünger veya kıvrılmış bir çorap gibi" görülebilir. Regürgitasyonla çıkartılan kıl yumaklarının boyutları değişkendir; genellikle kıl yumakları ortalama 2 cm uzunluğunda olmasına rağmen, 10 cm uzunluğunda ve 2-3 cm kalınlığında olabilirler. Renk, esas olarak kedinin kürkünün rengidir. Ancak renk, mamanın rengi ile koyulaşabilir veya mide salgıları ile beyazımsı köpüklü veya safra ile bulaşık yeşilimsi olabilir. Dışarı atılan madde tipik olarak hoş olmayan ama tolere edilebilir bir kokuya sahip olacaktır. Potansiyel tehlikeler Tüy Topları, normal bir alışkanlığın tatsız yan ürünüdür. Kediniz kendi kendini yalarken, bol miktarda gevşek kılları yutar. Bunun nedeni, dilinin yüzeyini pürüzlendiren küçük geriye eğimli çıkıntıların (papilla) tüyü boğazından aşağı ve midesine itmesidir. Ne yazık ki, kılın ana yapısal bileşeni - keratin adı verilen sert, çözülmeyen bir protein maddesidir ve sindirilemez. Yutulan tüylerin çoğu, hayvanın sindirim sisteminden geçerek dışkı ile bozulmadan atılabilirken, bir kısmı midede kalır ve yavaş yavaş nemli bir yığın olan tüy yumağı şeklinde birikir. Genellikle bir kedinin bir veya iki haftada bir tüy yumağı kusması alışılmadık bir durum değildir. Bununla birlikte, keçeleşmiş bir tüy demeti, yemek borusundan mideye veya mideden bağırsak sistemine giden dar sfinkterlerden geçemeyecek kadar büyürse, ciddi bir sağlık tehdidi oluşturabilir. Bir başka tehdit de, ince bağırsağa geçmeyi ve oraya sıkıca yerleşmeyi başaran bir kıl yumağı olabilir. Bu, "alışılmadık bir durum" değildir, ama "gerçekleştiğinde çok ciddidir. Cerrahi müdahale olmazsa ciddi sorunlara yol açabilir. " Tıkanıklığın Giderilmesi Eğer bir veya iki günden fazla yemek yemeyi reddeden veya tekrarlayan öğürmelerle tüy yumağı çıkaramayan veya gerçek kusma atakları geçiren bir kediniz varsa, gecikmeden bir veteriner tarafından muayene edilmesi gerektiğini tavsiye ediyoruz. Sık olarak yapılan bu öğürmelerin tüy yumaklarıyla hiçbir ilgisi olmayabilir. Bunun yerine başka bir gastrointestinal problemin veya astım gibi bir solunum rahatsızlığının işareti olabilir ve bu durumda tedavi farklı ve gerekli olabilir. Bağırsak tıkanıklığının teşhisi fiziksel muayene, kan tahlilleri, röntgen, ultrason ve hayvanın tüy yumağı kusması ile ilgili hikayesi ile konulabilir. Bir tıkanıklık tespit edilirse, tüy yumağını çıkarmak için ameliyat gerekebilir. Bununla birlikte, daha sık olarak, ilk olarak tedavide tüy yumağını sindirim sistemi boyunca hareket ettirmek için bağırsak kayganlaştırıcıları ve hairball malt olarak adlandırılan macunlar kullanılabilir, ayrıca hekiminiz destek tedavi için uygun ilaçları ve/veya serumu da tedaviye ekleyebilir. Sağlıklı ve sevgi dolu günler dileriz..
8 Ağustos Uluslararası Kedi Günü: Bugün Kedinizle Biraz Kaliteli Zaman geçirin. 8 Ağustos Uluslararası Kedi Günü - insanın dünya izerindeki en eski ve en çok tercih edilen evcil hayvanını kutlama günü. Geçmişte tanrı olarak bile tapınıldılar! Gerçi şaşırtıcı da değil, kediler dünya üzerindeki en havalı yaratıklardır: bağımsız, meraklı, maceracı, muazzam bir fizyonomi ve kendilerini iyileştirme gücüne sahipler - yani çoğunlukla.
Diyare (ishal) nedir? Diyare şekilsiz veya gevşek dışkıyı tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Genellikle dışkılama miktarı ve sıklığı artmıştır. Bağırsak kanalından fekal içerik hızla geçerken; su, besin maddeleri ve elektrolitlerin emilimi azalır. Diyare bir hastalık değil, bir çok farklı hastalığın bir belirtisidir. Altta yatan sebebe bağlı olarak bazen tek belirti ishal olurken, bazen de daha belirgin ve ciddi diğer belirtilerde tabloya eşlik edebilir. Kedimin ishal olduğunu nasıl anlarım? Eğer iyi bir tuvalet eğitimi olan kediniz birden evin içine değişik yerlere kakasını yapmaya başlarsa ve dışkısı şekilsiz ve sulu ise ishal olduğu kesindir. Ancak kediniz kakasını tuvalet kabına yapıyor ve kakasını kumuyla örtüyor olabilir veya dışarıya giren çıkan bir kedidir ve dışkısını dışarıda yaptığı için siz görmüyor olabilirsiniz. Böyle bir durumda ishali farkedemeyebilirsiniz. Uzun tüylü kedilerde kedinizin arka tarafındaki tüylerin kirlenmesi veya kötü kokması diyarenin bir belirtisi olabilir. Kedilerde bazen dışkı kıvamı başka sebeplere bağlı olarak geçici bir süre değişebilir. Bu normal bir durum olarak kabul edilebilir, eğer yeni bir gıda değişimi yaptıysanız ve başka bir belirti yoksa bu durum bir süre içerisinde düzelebilir. Ancak bir iki günden fazla süren sulu veya yarı sulu bir dışkı yapan kediniz için mutlaka veteriner hekiminizle irtibata geçmelisiniz. Eğer kediniz ishalin yanısıra başka sistemik belirtiler de gösteriyor ise (kusma, yüksek ateş, halsizlik gibi) ACİL olarak beklemeden veteriner hekiminize ulaşmalısınız! Eğer birden fazla kediniz varsa hangi kedinin ishal olduğunu, ya da diğerlerinde de dışkısı bozulan olup olmadığını anlamak da önemlidir. İshalin genel olarak sebepleri nelerdir? İshalin kendisi bir hastalık değildir ve bir veya birden fazla nedenden kaynaklanan bir duruma bağlı olarak gelişebilir. İSHAL En basit anlatımla gastro-intestinal sistemde (mide bağırsak kanalında) bir veya daha fazla bölgenin bir yangısıdır/enflamasyonudur. Mide bağırsak kanalı; ağızdan başlayıp anüsde sonlanan bir boru sitemidir ve enfeksiyöz etkenler örneğin, bakteri, virüs, coccidia, bağırsak parazitleri ve toksinleri enfeksiyoz olmayan irritasyon yaratan etkenler örneğin kimyasal maddeler, toksik (zehirli) bitkiler gastro intestinal kanalda yangıya (enflamasyona) neden olurken, bazı yiyecekler, diyette (mamada) bulunan alerjik etki yaratan proteinler de (gıda intoleransı veya allerjisi) ishalin gelişmesinde rol oynayan yaygın sebepler arasındadır. Özellikle orta ve ileri yaşlarda, geçmeyen ve uzun süre devam eden kilo kaybı veya iştahsızlıkla beraber seyreden ishal varsa, mutlaka altta yatan sebebin araştırılması gerekir. İshalin sebebi nasıl tespit edilir? Veteriner hekime gidildiğinde kronolojik olarak olayın nasıl başladığı, kaç gündür devam ettiği, kedinin diyeti, yapıldı ise diyet değişikliği ve değişim süresi, dışarıdan birşey yiyip yemediği, ödül ve mama markası gibi beslenme alışkanlıklarının bilinmesi, bunun yanısıra dışkının şekli, kıvamı, sıkılığı ve miktarı, içerikte kan ve/veya mukus (sümüksü bir yapı) olup olmadığı, dışkının kokusu rengi ve içeriği, ayrıca evde başka hayvan olup olmadığı, onların sağlık durumu gibi ilk başta önemsiz gibi görünen tüm detayların mutlaka hasta sahibi tarafından ayrıntılı olarak hekime iletilmesi ve çekilen dışkı resimleri varsa gösterilmesi gereklidir. Kilo kaybı, iştahsızlık, kusma veya kullandığı bir ilaç, geçirdiği hastalıklar, yaşam şekli, eve yeni gelen kedi veya köpek olup olmadığı, evde bu durumdan etkilenen birey, çocuk olup olmadığı, paraziter tedavi kayıtları varsa diğer belirtilerle beraber mutlaka aktarılmalıdır. Veteriner hekiminiz öncelikle sizden taze bir dışkı örneği isteyecek ve paraziter açıdan riskleri ekarte etmek için dışkı muayenesini yapacaktır. Gerekli durumlarda dışkı numunesi uygun değilse yeni örnek istenebilir veya tahliller tekrarlanabilir. Dışkı muayenesinın yanında hekiminiz tam bir fiziksel muayene yaparak ve gerekli soruları sorarak allta yatan nedeni anlamak isteyecektir. Hayvanın yaşı, hayvan sahibinden alınan öykü gibi ilk bilgilerin ışığı altında hekiminiz karar verecek ve bir başlangıç tedavisi planlayacaktır. İshal öyküsü ile gelen bir kediden tam bir dışkı analizinin yanısıra, diğer klinik belirtilerin göstergesinde bazı ekstra testler de istenebilir, tam kan tahlili, biyokimyasal analizler ve röntgen gibi. Eğer orta dereceli bir klinik tablo varsa, bazı testler hekiminiz tarafından ertelenebilir ancak hastanın durumu ve ilerleyen günlerde başlangıç tedavisine yanıt alınamıyorsa veya hali hazırda kedinizin durumu aciliyet gerektiriyorsa, rektal ve fekal örnekleme yapılabilir, uygun şekilde alınan swap’ın (sürüntü) incelenmesi, bazı viral veya bakteriyolojik tahlillerin yapılması veya ileri görüntüleme teknikleri, endoskopi ve biyopsi gibi teşhis için gerekli diğer adımlara geçilmesi istenebilir. Veteriner hekiminiz gerekli adımları atıp kedinizin neden ishal olduğunu tespit ettikten sonra, uygun medikal müdahaleyi, diyet düzenlemesini ve bozulan bağırsak florasını düzenleyen bir reçeteyi sizinle paylaşacak ve gelişmeleri takip ederek gerekli durumlarda kedinizi muayene edecektir. Kedilerin ve köpeklerin aynı insanlarda olduğu gibi yaşam süreleri boyunca sindirim sistemini etkileyen birçok neden olduğunu unutmamalısınız. Sindirim sitemi organları içerisinde yer alan karaciğer, pankreas hatta böbrekler; bozuk olan bağırsak sisteminden olumsuz yönde etkilenen, bazen de bu sitemde belirtilere neden olan hayati organlardır. Yaşam sürelerinin insanlara göre kısa olması, belirtileri gizlemeleri ve ufak vücut yapıları dolayısı ile su, elektrolit ve besin maddelerinin kaybı ani veya uzun vadede onarımı güç hayati risklere neden olabilir. Yukarıda bahsettiğimiz belirtileri gösteren petlerinizin vakit geçirmeden alması gereken tıbbi desteği almasını sağlayın. Veteriner Hekim Dr. Emel Başaran
Aura, 2 yaşında, sahipleri tarafından çok sevilen ve üstüne titrenen sevimli dişi Rottweiler, kendisi aynı zamanda fabrikada bekçilik yapıyor; yani görevi ciddi. Aura, 5 gün önce sahipleri tarafından "iki gündür çok şiddetli kustuğu, kaka yapmadığı ve ıkınmaya bağlı anüsten tek tük damla şeklinde kanaması olduğu" şikayeti ile kliniğimize getirildi. Yapılan muayenesinde oldukça bitkin olduğu ve ağrısı olduğu görüldü ancak ateşi normaldi ve yapılan testlerde kan tablosu çok spesifik bir bulguya işaret etmiyordu. Semptomatik tedaviye aldığımız Aura’nın, geçmişinde, şiddetli ishal ve neticesinde gelişen bir bağırsak düğümlenmesinden dolayı operasyon geçirdiğini öğrendik. Karnesinde aşıları tamamlanmış olarak görülüyordu. "Acaba şimdiki şikayeti yabancı cisim veya yine bir düğümlenme veya pankreatit olabilir mi?" diye düşünüp bu ihtimalleri elemeye yönelik diagnostik prosedürleri tamamlamış iken; Aura'da aniden kanlı ve şiddetli bir ishal "kanlı ishal" - "parvo viral enterit" semptomu gelişti. Bu durumda ilk olarak hastalığın akut formunu tanımlayacak testleri yaptık... Dışkıdan yapılan parvo antijen testi negatifti. (false negatif veya pozitif sonuçlar alınabilir. Bazen test yaptığınız anda bağırsak boşluğuna virüs düşmeyebilir ve test negatif sonuç verebilir. Ya da bir hafta önce aşısı yapılmış hayvanda pozitif sonuç görülebilir.) Ancak hastalık başlangıcında gelişen öncü antikorlar bize fikir verebilirdi.. Dolayısı ile kandan bakılan ve akut enfeksiyonu gösteren Parvo IgM sonucu pozitif olarak sonuç verince durum netleşmiş oldu. Aura'nın parvo aşısı olmasına rağmen kendisi koruyucu bir yanıt geliştirmemiş ve hastalık etkenini kapmıştı. Hemen uygun ve spesifik tedaviyi protokolümüze ekledik. Bugün, 5. gündeyiz. Sokağa çıkma yasağı var... Ama biz onunla bugünü de klinikte geçirdik. Kusmaları azaldı ve kanlı dışkılama da azalarak da olsa günde bir kez devam ediyor. Aura kendini daha iyi hissediyor. Halen direniyor tüm gücüyle. Onu taburcu edebileceğimizi düşünmek istiyoruz günü geldiğinde. Konu kanlı ishal ve Rottweiler cinsi bir köpek olduğunda bir hekim olarak karamsar hissetmek çok aykırı bir durum değil, ancak mücadeleye biz de onunla birlikte devam ediyoruz. Çok bulaşıcı ve ölümcül seyredebilecek bir hastalık bu... Dolayısı ile aşılama, yani korunma çok önemli. Ancak yapılan bilimsel çalışmalar da gösteriyor ki, aşılamak her zaman bağışıklık sağlamayabiliyor. Bazı ırklar (Rottweiler, Doberman pinscher..) yanıt vermeyebiliyor yaptığımız aşılara. Lütfen yavru köpeklerinizi aşılama programının bitmesinin ardından 3-4 hafta sonra mutlaka hastalıklara karşı bağışıklığının oluştuğunu, (immunitenin sağlandığını) veteriner hekimize test ettirin... Basit bir kan testi ile onun gerçekten korunup korunmadığını hepimiz için geç olmadan anlamamızı sağlayın... Zor günler geçiriyoruz. Dünya ile birlikte hepimiz COVID-19 pandemisi ile mücadele ediyoruz. Hepimiz için risk var. Bizler Veteriner hekimiz ve beşeri hekimler gibi bizler de sağlık personeli olarak tedaviden ziyade korumanın, koruyucu hekimliğin önemini biliyor ve istiyoruz. Lütfen siz de duyarlı olun. AURA'nın başına gelenler sizin yavrunuzun başına gelmesin. Özellikle şu günlerde yaşadığımız bu olayı bir vesile ile sizlerle paylaşmamın sebebi budur. Yoksa normalde vakalarımı olgu olarak sunmuyorum. Ancak Aura'nın bu durumunu, pandemi içinde karşılaştığımız olağanüstü durumu sizlere aktarmak, paylaşmak istedim. Hekimlik bir bütündür. Tıp ve veteriner hekimini birbirinden ayırt edilmemelidir. Veteriner Hekimler hayvan ve insan sağlığının korunmasında aşı geliştirme dahil bir çok önemli alanda bir çok görev yapmaktadır. Her canlının yaşama hakkı vardır ve kutsaldır. Veteriner Hekim Dr. Emel Başaran
Kedilerdeki Akut Böbrek Yetmezlikleri (ARF) ve Kronik Böbrek Hastalıklarındaki (KBH) teşhis, tedavi ve ileri düzey tedavi yöntemlerinden bahsettiğimiz yazı dizimize şu linklerden erişebilirsiniz: Kedilerde Akut Böbrek Yetmezliğine Genel Bakış Kedilerde Kronik Böbrek Hastalığı Kedilerdeki Böbrek Hastalıklarının İleri Düzeyde Tedavi Yöntemleri
Diyaliz Akut Böbrek yetmezliklerinde (ARF) altta yatan sebebe bakılmaksızın peritoneal dializ veya hemodiyaliz gerekebilir. Çok yaygın olmasa da veteriner hekimlikte bu tip yöntemlerle tedavi artık yapılabilmektedir. Ancak bu tarz girişimlere karar vermeden önce hasta sahibi konu ile ilgili bilgilendirilmeli ve temel endikasyonlar ve kontraendikasyonlar açıklanmalıdır. Dializ; azotemi (üre)’nin düşürülmesi, ciddi derecedeki elektrolit dengesizliklerinin düzeltilmesi, asit-baz denge bozukluğunun ve/veya overhidrasyonun (aşırı sıvı yüklenmesinin) düzeltilmesi için tedavi seçeneği olarak kullanılabilir. Ayrıca intoksikasyonlara (ilaç veya toksin zehirlenmesi) bağlı Akut Böbrek Yetmezliği (ARF) veya idrar yollarında tıkanıklık (operasyona alınması gereken hastalarda değerleri düzeltebilmek adına) veya son dönem böbrek yetmezliğinde (CRF) medikal tedaviye yanıt alınamadığı durumlarda, renal transplantasyona (böbrek nakline) uygun hastayı organ nakline hazırlamak için stabilize etme durumu söz konusu olduğunda uygulanabilir. Hemodiyaliz ve peritoneal diyaliz veteriner hekimlikte on yıldan fazla süredir kullanılmaktadır. Renal Transplantasyon (Böbrek Nakli) İlk başarılı böbrek nakli 1987 yılında USA California Davis üniversitesinde Dr. Clare Gregory tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu zamandan itibaren dünyanın değişik bölgelerinde kronik böbrek yetmezliğinde böbrek nakli yöntemi ilgili merkezlerde yapılmaktadır. Hasta sahiplerinin bu yöntemin bir tedavi yöntemi olmadığını anlaması gerekmektedir. Bu nakil ile elde edilmek istenen amaç, kalan hayatın kalitesini arttırmak ve aksi takdirde yaşamın mümkün olmadığıdır. Transplantasyona karar verilebilmesi için geri döndürülemeyen ARF (Akut Böbrek Yetmezliği) veya erken dönem CRF (Kronik Böbrek Yetmezliği) dekompenzasyonun (yetmezliğin) gelişmesinden önce olmalıdır. Genel durumu bozulmuş olmamalı ve devam eden başka bir hastalığının da olmaması gerekmektedir. Ayrıca belirgin kardiyak hastalığı olan, FELV, FIV, Üriner sistem problemi, diabeti olan veya kontrol altında tutulamayan bir hypertroidi olan veya neoplazisi olan hastalar transplantasyon için uygun olmayan adaylardır. Kedilerin ayrıca tedaviye uyumlu bir karakter içermesi ve çok hırçın olmaması da önemlidir. Bu konu ile ilgili daha ayrıntılı bilgiler internet üzerinden uygun linklerden edinilebilir. Kök Hücre Tedavisi Kök hücre tedavisi, zarar görmüş veya hasar almış normal vücut hücrelerinin yenilenme kabiliyeti ve kapasitesini arttırmak için onları uyaran, hücrenin ilk oluşum aşamasında daha doku hücreleri olarak ayrışıp, özel kimliklerine erişmeden önce, hücrenin en ilk ve doğal hali olan aşamasında esas alınan ve birincil yapısından gelen “kök hücre”lerden yararlanılan bir tedavi şeklidir. Adı da üstünde bahsi geçen bu hücreler, “hücrelerin tanrısı” da olarak nitelendirilebilir. Herhangi bir spesifik yapısına daha kavuşmadan önceki aşamada bulunan (örn: bir böbrek veya karaciğer hücresi olmadan önceki evre), uzun süreli olarak kendi kendine yenilenebilen bir yapıda olan hücre özleridir. Yetişkin kök hücreler farklı şekillerde, farklı dokulardan elde edilebilir. Sadece embriyonik kökenli kök hücrelerin üretilmesi etik açıdan uygun olmayan bir durumdur. Mezenşimal kök hücreler, yetişkin kök hücrelerinin en çok kullanılan şekillerinden biridir ve multipotent olarak ayrılabilir. Bunlar başka hücrelere dönüşebilir fakat her doku tipine uygun olarak dönüşmeyebilirler. Mezenşimal kök hücreler, vücudun herhangi bir hücresinden edinilebilirler. Yaygın olarak yağ doku ve kemik iliği dokularından elde edilirler. Bununla beraber bu konuda çalışmalar hala devam etmekte olup, geliştirilmektedir. Kök hücreler, otolog olarak hastanın kendi hücrelerinden elde edilebilir. Veyahut; sağlıklı bir donörden alınacak hücrelerden allojenik yolla elde edilebilmektedir. Allojenik terapinin de en az otolog kadar yararlı olduğu düşünülmektedir. Çünkü bu hücreler immun sistem tarafından ayrıcalıklı etki yaratarak immun sistemi uyarmamak üzere ayrıcalıklıdırlar. Fakat otolog hücrelerin sistemde daha uzun süre kaldığı ve daha uzun etkili olduğu bilinmektedir. Genç hayvanlardan alınan örnekler ise, daha uzun yaşama kapasitesine ve daha yoğun olarak üreme-çoğalma kapasitesine sahip olabilmektedir. Teropatik skalasının yüksek olmasından dolayı özellikle geriatrik (yaşlı) hastalarda genç donörlerin kullanılması bir artı yön olarak düşünülmelidir. Fakat hastalığının yani böbrek yetmezliğinin ileri aşamasında bulunan hastalarımızda hücre yenilenmesinin çok yavaş ve kalitesiz olmasından dolayı, otolog - böbrek içi mezenşimal kök hücre uygulamalarının işe yarama oranı ve beklentisinin yüksek olması beklenemez. Kök hücreleri en iyi elde edebileceğimiz yerler adipoz dokular yani yağ dokusu ile kemik iliği hücreleridir. Çünkü bu hücreler kolayca diğer organlara modifiye olmakta ve uyum sağlamaktadır. Örneğin; yağ hücrelerine, kıkırdak hücrelerine, kemik hücrelerine dönüşebilmektedir. Yapılan bazı çalışmalarda, kök hücre tedavisinin böbrekler üzerinde koruyucu etkisi olduğunu; böbrek içi iltihaplanma ve infiltrasyonları, fibroz dokuları ve glomerular sklerosisi azaltmada etkisi olduğu kanıtlanmıştır. Kök hücre tedavisinden sonra hastalarda genel klinik durumunun iyiye gittiği ve kilosunun, kreatin-BUN-kan basıncı ve hematokrit değerleri düzeylerinde düzelme olduğu gözlenmiştir. Ayrıca VEGF’e (vasküler endotelial büyüme faktörü) etki ederek vasküler sistemin sağlamlaşmasında olumlu etkisi olur. Bağışıklık sistem hücrelerini olumlu yönde uyararak hücre ve doku yenilenmesine katkıda bulunur. Tekrarlanan kök hücre uygulamaları, tek doz uygulamaya nazaran daha etkili olduğu kanıtlanmıştır. Birçok değişik yolla kök hücre uygulaması yapılmaktadır. Bunlardan örnek vermek gerekirse - intraparanşimal (doku içi), eklem içi, damar içi uygulamaların daha etkili olduğu öngörülmektedir. Çalışmalar sonrasında net bilgilerin olmamasının ve net bir kanıya varılmamasının nedeni; fareler üstünde yapılan deneylere göre varılan sonuçlar dolayısıyladır. Deneylerde sağlıklı farelerin her birinin böbreklerinin 5/6’sının çıkartılması ve üstünden fazla zaman geçmeden mezenşimal kök hücre uygulamasının başlanması sonucunda veriler elde edilmiştir. Bunun sonucunda böbrek yetmezliklerinin hangi aşamada tanıya varılması ve çok ilerlemiş vakalarda, artık böbreklerin işlevini tamamen yitirmesine yakın bir konumda iken başlanacak olan kök hücre terapisinin ne kadar olumlu katkı sağlayacağı konusunda herhangi bir fikir birliğine varılmamıştır. Köpekler üzerinde böbrek yetmezliğine katkısı açısından herhangi bir deneme yapılmamıştır. Alınan veriler sadece kediler üstünde yapılan deneylerden gelmektedir. Kediler üstünde yapılan deneylerde 6 kedi üstünde uygulanmıştır. İleri seviye böbrek yetmezliği olan kediler seçilmiştir. Fakat bu terapinin olumsuz yanları; uygulamanın böbrek içine yapılması gerektiği ve bu uygulama sırasında sedasyon gerektiği için klinik kullanımı açısından kullanışlı ve efektif olduğu düşünülmemektedir. Özellikle sedasyon riskleri, yaşlı hayvanlarda oluşan olumsuz sonuçlar ve kötüleşen böbrek değerlerini değerlendirirsek, kök hücre tedavisi bu vakaların aleyhinde bir sonuç verecektir. Son yapılan çalışmalarda kan işeme şikayeti ile gelen bir sağlıklı kediye intrarenal amniyotik sıvı kökenli (allojenik) kök hücre tedavisi uygulanmıştır ve bu prosedürün klinik açıdan kullanıma pek de uygun olmadığı kaanatine varılmıştır. Ayrıca yapılan çalışmalarda IV şekilde dondurularak saklanan kök hücrelerden yapılan kök hücre terapisi gören kedilerin 2 haftalık bir çalışma sonucunda serum kreatin düzeylerinde belirgin bir düşüş görülmüştür. Fakat bir yandan da klinik olarak iyileşme göstermemişlerdir ve bu sonuçlar yalnızca laboratuvar kısmında kalmıştır. Yani kreatin düşüş oranının klinik hiçbir yansıması gözlemlenmemiştir. Bu terapinin yan etkilerinden bahsetmek gerekirse kusma ve solunum sayısında ve eforunda artma şeklinde bahsedebiliriz. Anlık yüksek doz dondurulmuş kök hücre terapisinden; yan etkilerinden ve riskinden dolayı kaçınılması gerekmektedir. Bu tedavinin immunmodülatör (bağışıklığı düzenleme) kapasitesi daha tam olarak araştırılmamıştır ve yapılan araştırmalar sadece yüzeysel düzeyde kalmakta, beraberinde soru işaretleriyle birlikte gelmektedir. Veteriner hekimlikteki yeri ise böbrek fonksiyonlarındaki küçük gelişmelerden ibarettir. Günümüzde bu tedavinin işe yarama durumu daha deneyimlenmemiş ve dolayısıyla kanıtlanmamıştır. Araştırmalar günümüzde devam etmektedir. Diğer bir yandan ise her canlının yaşam ömrü aslına bakarsanız hücrelerinin yaşam ömrünü yansıtmaktadır. Ölümsüzlüğün mümkün olmaması gibi, kök hücre tedavisini de kurtarıcı ve tamamen çözüm tedavi olarak düşünülmemeli, palyatif (geçici) açıdan ve hayvanlarımızın refahını sağlamak açısından; hasta sahibinin isteği üzerine kronik böbrek yetmezliği vakalarında denemek isteyebileceği ve herhangi bir bilimsel kesin kanıta dayanmayan yeni bir araştırma-geliştirme aşamasındaki destek tedavi yöntemlerinden biridir. İlgili yazılar: Kedilerde Akut Böbrek Yetmezliğine Genel Bakış Kedilerde Kronik Böbrek Hastalığı
Kronik böbrek hastalığı (KBH / CKD-Cronic Kidney Disease); zaman içinde böbrek fonksiyonlarının kalıcı bir şekilde kaybolması ile oluşur. Sağlıklı böbrekler, özellikle kanı filtrelemek ve zararlı maddeleri idrar ile atmak gibi birçok önemli işlevi yerine getirir, bu nedenle böbrek fonksiyonu ile ilgili problemler bir kedi için çeşitli sağlık sorunlarına neden olabilir. Klinik Bulgular KBH'li kedilerde, normalde böbrekler tarafından süzülen kan dolaşımındaki atık ürünlerin ve diğer bileşiklerin vücutta birikmesi söz konusudur. Bu biriken toksik ürünler kedilerin hasta hissetmesine neden olur; bunun sonucunda halsizlik, iştahsızlık ile zamanla kilo kayıpları ile karşılaşılır. Ayrıca idrarlarını uygun şekilde konsantre etme yeteneğini kaybedebilirler ve sonuç olarak daha fazla miktarda idrar yaparlar ve telafi etmek için daha fazla su içebilirler. İdrarlarıyla atılan protein ve vitaminlerin kaybı; metabolizmanın bozulmasına ve kaslarınının erimesine, kedinin zayıf ve cildinin kuru, tüylerinin mat ve sağlıksız görünmesine neden olur. Ayrıca; gözler, beyin ve kalp dahil olmak üzere bir dizi önemli sistemin işlevini etkileyebilecek yüksek kan basıncı (hipertansiyon) şekillenebilir. Yüksek kan basıncı da halsizlik ve uyuşukluk gibi belirtilere yol açar. KBH'li kedilerde uyuşukluğun bir başka nedeni, kanlarında asit birikmesidir. KBH'li kedilerin böbrekleri, bu bileşikleri uygun şekilde atamayabilir, bu da etkilenen kedilerin, vücuttaki çeşitli organ sistemlerinin işlevini önemli ölçüde etkileyebilecek bir durum olan kan asidifikasyonuna veya asidoza eğilimli hale getirebilir (asit seviyesinin artması). Böbrekler ayrıca kırmızı kan hücrelerinin üretimini sağlayan eritropoetin hormonunun üretilmesinden sorumludur. Bozulan böbrek yapısı yüzünden bu hormon üretiminin aksaması sonucunda KBH kedilerde zamanla anemi şekillenir. Kanlarındaki kırmızı kan hücrelerinin konsantrasyonunun azalması sonucunda kedilerin diş etlerinin soluk pembe görünmesine veya ciddi durumlarda beyazımsı renge bürünmesine ve ileri derece halsizliğe ve iştahsızlığa neden olur. Teşhis Böbrek fonksiyonunu değerlendirmek için, genellikle sağlıklı böbreklerin normal olarak filtrelediği atık ürünlerin ve diğer bileşenlerin konsantrasyonlarını değerlendirmek için kan testlerine ve idrar analizine başvurulur. Kan testleri ile öncelikle iki önemli atık ürünün konsantrasyonunu belirlenir: kan üre azotu (BUN) ve kreatinin (Cr), ancak kreatinin genellikle böbrek fonksiyonunun daha spesifik bir göstergesi olarak kabul edilir. Bu bileşiklerin kedinizin kanındaki konsantrasyonundaki artış, böbreklerinin düzgün çalışmadığını gösterebilir, ancak bu değerler bir dizi faktör ışığında yorumlanmalıdır. Diğer kan bileşenlerinin konsantrasyonları, elektrolitler (sodium ve potasyum), kalsiyum fosfor, tam kan (özellikle kırmızı kan hücreleri ve proteinlerin oranları) KBH’nin evresini belirlemede önemlidir. Son zamanlarda, protein metabolizmasının bir atık ürünü olan “simetrik dimetil arginin” (SDMA) konsantrasyonunu ölçen yeni bir test, kronik böbrek hastalığını daha önce mevcut olan testlerden daha erken tespit etmek için bir yöntem olarak kullanılmaya başlamış olmakla beraber, SDMA’nın yorumlanması da yine bir takım faktörlerin beraberinde değerlendirilmesi ile mümkündür. SDMA testi ile KBH'li kediler için daha uzun ve daha kaliteli yaşamlar için umut sağlayabileceklerini gösteren çalışmalar halen devam etmekte ve veriler uzmanlarca değerlendirilmektedir. Idrar analizi ile kedinizin idrar konsantrasyonu, pH'ı ve genel olarak kedi idrarında bulunmaması gereken protein, kan hücreleri, bakteriler ve diğer hücrelerin varlığı incelenir. Şüpheli KBH vakalarında idrar yolunun bakteriyel enfeksiyonu olasılığını dışlamak için idrar örneğinden kültür yapılması da önerilmektedir. KBH şüphesi olan bir kedinin değerlendirilmesinde yararlı olabilecek diğer çalışmalar arasında karın ultrasonu, radyografiler (X-ışınları) ve bazı durumlarda biyopsi alınıp örneklerinin mikroskopik değerlendirilmesi gerekebilir. KBH olan kedilerde hipertansiyon potansiyeli göz önüne alındığında, kan basıncının ölçülmesi de bu hastalık için tıbbi değerlendirmenin önemli bir parçasıdır. Tedavi KBH için kesin bir tedavi olmamasına rağmen, uygulanacak tedavi bu hastalığa sahip kedilerin yaşamlarını iyileştirebilir ve uzatabilir. Terapi, kan dolaşımında toksik atık ürünlerinin birikmesini en aza indirmeye, yeterli hidrasyonu (sıvı desteğini) sürdürmeye, elektrolit konsantrasyonundaki dengesizlikleri düzenlemeye, uygun beslenmeyi desteklemeye, kan basıncını kontrol etmeye ve böbrek hastalığının ilerlemesini yavaşlatmaya yöneliktir. Diyet değişikliği Diyet değişikliği, KBH tedavisinin önemli ve kanıtlanmış bir parçasıdır. Çalışmalar, protein, fosfor ve sodyum içeriği kısıtlanmış ve suda çözünür vitaminler, lif ve antioksidan konsantrasyonları yüksek olan terapötik diyetlerin CKD'li kedilerde yaşam süresini uzatabileceğini ve yaşam kalitesini arttırabileceğini göstermektedir. Bununla birlikte, birçok kedi terapötik diyetleri kabul etmekte zorlanır, bu nedenle sahipler sabırlı olmalı ve diyet değişikliğine sadık kalmalıdır. Terapötik bir diyete kademeli bir geçiş yapmak ve gıda sıcaklığını, dokusunu ve lezzetini dikkate almak önemlidir. Nispeten kısa süreler boyunca da yemek yemeyen kedilerde önemli sağlık problemleri gelişebilir, bu nedenle terapötik bir diyete geçiş sırasında yemek yediklerinde de emin olmak çok önemlidir. Hipertansiyonu kontrol etmek, idrarla atılan protein kaybını azaltmak ve anemiyi düzeltmeye yönelik terapötik yaklaşımlar bu koşulların geliştiği kedilerde önemli tedavi hedeflerdir. Hipertansiyon genellikle oral ilaçlarla kontrol edilir ve idrar protein kaybı da anjiyotensin dönüştürücü enzim inhibitörleri ile tedavi edilebilir. KBH'li bir kedideki anemi, kırmızı kan hücresi üretimini uyaran eritropoietin (veya ilgili bileşiklerle) ile replasman tedavisi ile tedavi edilebilir. Bazı durumlarda, uygun donör kediden elde edilen kan kullanılarak normal kırmızı kan hücresi konsantrasyonlarını düzeltmek için kan transfüzyonları gerekli olabilir. Ayrıca iştah düzenleyici ilaçların yanısıra fosfat bağlayıcılar, potasyum takviyeleri, antioksidan takviyesi, alkalinizasyon tedavisi ve sıvıların intravenöz veya subkutan (doku içi veya deri altı) yoldan verilmesi dahil olmak üzere bir dizi başka tedavi, CKD'li kedilere yardımcı olma potansiyeline sahiptir. Yapılan tetkikler neticesinde veteriner hekiminiz uygun tedaviyi planlayabilir. İlgili yazılar: Kedilerde Akut Böbrek Yetmezliğine Genel Bakış Kedilerdeki Böbrek Hastalıklarının İleri Düzeyde Tedavi Yöntemleri
1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 |